Sevgisiz Toplumun Beyazperdedeki Tablosu
Film Ekim’inin en dikkat çekici filmlerinden biri olan sevgisiz toplumun beyazperdedeki tablosu “Loveless” 24. Adana Uluslararası Uzun Metraj Film Yarışmasında En İyi Film Ödülünü alarak izleyicilerin görüş alanına girdi.
Rus sinemasında hatırı sayılır bir yere sahip olan Leviathan filminin yönetmeni Andrey Zvyagintsev, “Loveless” filminde sevgisizlikten doğan karanlık ve hüzünlü sahneleri güvensizlikle birleştirerek, melodramatik bir atmosfer oluşturuyor ve bu atmosferde ne yazık ki içinizi ısıtacak bir ortam yok. Gerçekler rahatsız edici bir şekilde beynimize kazınmak üzere, önümüze soğuk bir meze olarak sunuluyor.
Bir çocuğun kaçırılması üzerine ilerleyen/gelişen olayların farklı bir boyuta varmasını anlatan film, araya eklediği “ihmalkârlık” ve “vurdumduymazlık” eylemlerini merkeze oturtuyor. Aile olmanın önemini idrak edemedikleri için, çocuk sahibi olmakla beraber gelen sorumluluk yasasını çiğneyen evli çiftin mutluluktan çok uzak bir ortamda mutsuzlukla hayatlarını karartmaları filmin altyapısını ortaya koyarak, özgüven ve kendi içinde tam ve bütün olamama problemine parmak basıyor.
Sevgisiz Toplumun Beyazperdedeki Tablosundaki Kaybolan çocuk hikayesinin altında başka bir hikaye gizli
Ne istediklerini bilmeyen, kendilerini tanımayan, sorunlarıyla yüz yüze gelemeyen evli çift, çocuklarının kaybolmasıyla daha da bataklığa doğru sürükleniyor ve bu sefer onları kimse düzeltemiyor. Zorla çocuk sahibi olmanın ektiklerini kötü şekilde biçen çift, çocuklarına onu istemediklerini her ahvalde belli ediyorlar. Yalnızlık, güçsüzlük ve sevgisizlik arasındaki dengesizlik ile nefret ve öfkeyi hikâyeye yayan yönetmen kan donduran ve tüyler ürperten bir dünyaya bizi ışınlıyor.
Yalnızca kaybolan çocuk meselesine odaklanmayan ve çok katmanlı bir film yapmaya çalışan yönetmen birçok soruna odaklanıp, ortak bir çözüm üretemiyor. Altını çizmek gerekirse, ana olay örgüsünü öyküye aktarmak yerine, farklı farklı olay örgülerini hikâyeye aktarıyor. Bunu şu şekilde açabiliriz: aynı anda çok şey anlatmak… Dağınık bir Rus filmi nasıl yapılır tekniğini seyirciye gösteren yönetmen, zaman zaman François Ozon, zaman zaman da Michael Haneke (Bkz: “Hidden”) sinemasına başvuruyor.
Rusya’nın modern tarihinin ışık tutulduğu hikâyede Sovyetler Birliğinden kalan çirkin altyapı, yeni arabalar, yeni cep telefonları, sosyal medyanın getirdiği sıkıntılar (özellikle bitmek bilmeyen selfiler), kalpsizlik ve ruhsuzlukla örtüşüyor. Çocuk kaybolma hikayesinin altına bu büyük resmi sıkıştıran yönetmen, bunu açık ve sakin bir şekilde seyirciye yansıtıyor. Devrilen ağaçlar, çürüyen yapraklar ve ilgisiz polisler filmin siyasi ve politik yanını besliyor.
Sevgisiz Toplumun Beyazperdedeki Tablosu ve İç Nefret
Buradan hareketle, çocuğu kaybolan kadın Rusya baskılı bir sweatshirt giyiyor ve o sweatshirt siyasi bir metaforu simgeliyor. Bunu bilerek tercih eden yönetmen, vizyonu gereği seyirciyi derin düşüncelere itiyor.
Deyim yerindeyse yönetmen; sıradan insanların hayatlarını umursamayan bir gezegende, sıradanlığın mutasyona uğradığının altını çizerek, yeni düzene duyulan arzunun öne çıktığını ve bunun da para, seks, lüks mekanlar, sosyal medya ile çöküşe uğradığını filmin her köşesine iliştiriyor. Böyle bir değişimin de ancak konservatif sosyal normlar, Hristiyanlık, konformizm ve milliyetçilikle meydana geldiğine dair savlar ortaya atıyor, en azından izlediğimiz görüntülerden böyle bir netice çıkarıyoruz. Ama büyük bir sorun var, o da şu: film aşırı ağır ilerlediği için vites yükseltemiyor, yükseltemediği için de manevra yapamıyor, yönetmen sanki sadece kafasındaki hikâyeye odaklanıyor. Karakterlerin çok yakın kadrajda kalmaları ise cabası!
Genel olarak film, metafiziksel işlev bozukluğunu, iç-nefreti, ruhsal çöküşü, trajediyi ve gizemi aynı potada eriterek içinde bulunduğu topluma yönelik bir eleştiri yapıyor, bunu da hipnotik metotlarla seyircinin dikkatine sunuyor.
Sevgisiz Toplumun Beyazperdedeki Tablosu ve Post Modern toplumun sancıları
Şiddetin gölgesinden çıkamayan toplumun gitgide yozlaşıp; kavganın ve sevgisizliğin himayesine girişini, hayallerin yok oluşunu ‘post-modern’ bilgi çağına atıfta bulunarak anlatıyor ve nasıl robotlaştıklarına dem vuruyor. Nasıl ki, çürümüş bozuk bir yiyecek kötü kokuyorsa hayati önem taşıyan Rus toplumunun çaresizliği ve işlevsiz hale gelişi de aynı derecece kötü kokuyor ve o koku film bitene kadar sizi terk etmiyor.
Yıllarca Komünizm ile savaşan Rusya’nın yeni düzene ait yönetim biçimindeki düzensizliği görsellik katarak seyirciye aktaran yönetmen, ani değişimlerin toplum üzerindeki olumsuz etkilerini tartışarak, bocalayan ve sudan çıkmış balığa dönen Rus halkının yaşantısını iğneleyici bir biçimde seyircinin gözüne sokuyor.
Bu kadarla sınırlı kalmayıp, Ukrayna krizine göz kırpan yönetmen Rusya ve Ukrayna arasındaki gerilime ayna tutarak kitle iletişim araçlarının en etkilisi olan televizyonlara yansıyan muhalif eylemlerin, büyük bir gerginliğe neden olduğunu filmin belirli yerlerine monte ediyor.
Yer yer David Lynch’in ‘post modern’ filmlerine selam gönderen “Loveless” modern dünyanın içindeki öğeleri çöp tenekesine fırlatarak, “sistemsel dönüşümü kucaklayın onunla iş birliği yapın” dercesine Rusya’nın ne denli farklı bir yapıya hizmet ettiğini, gerçek aşkın bile sadece yapaylıktan ibaret olduğunu hikâyeye ekliyor.
Sevgisiz Toplumun Beyazperdedeki Tablosu ve Anti Teknolojik Vurgulamalarla Bezeli Hikaye
Sevginin yerini sevgisizliğe bırakmasından tutun da bilinçsizlik, umursamazlık ve özünü yitirmişliğe kadar her şey sinemasal gerçeklik ile perdeye yaftalanıyor. Distopik Rusya’nın resmini çeken yönetmen, halkın geleceğinin tehlikede olduğunu belirterek makus talihlerinin onları hiçbir zaman yalnız bırakmayacağını ortaya koyarak dejenerasyonun adeta kan emici bir vampirden daha da vahşi olduğunu simgeliyor. Ütopyaların, distopyalara dönüştüğünün garantisini veren film, düş kurmanın ne derece önemli olduğunu ve o düşlerin insanları ayakta tuttuğunu aktarıyor.
Bunların haricinde, anti-teknolojist olduğunu seyirciye gösteren yönetmen, teknolojinin yanlış kullanımıyla, insanların doğrudan kıyamete gideceğinin sinyallerini vererek, yüzü gülmeyen bir film yaptığını ısrarcı tavrıyla yüzümüze vuruyor. Kendi yaşadığı toplumdan memnun olmadığını kritike ederek sinema aracılığıyla seyirciye ulaştırmak istemesi ise analiz yeteneğinin güçlü olduğunun iyi bir göstergesi…
Sevgisiz Toplumun Beyazperdedeki Tablosu ve Andrej Wajda
Polonyalı Andrej Wajda’nın ülkesi hakkında yaptığı eleştirel filmlerin mantığını iyi kavrayan yönetmen aynı “Leviathan” filminde olduğu gibi, filmlerinde ortak sorun olan sistemin bozukluğunu kullanıyor ve bu bozukluğun temelinde yatan nedenleri kurmaca hikayeler üzerinden paylaşıyor.
Netice itibariyle; insanın içinde bulunduğu yaşamı ve toplumu sorgulamasına vesile olan “Loveless”, “aynaya bir bakın ne görüyorsunuz?” sorusunu sorarak, kendimizle yüzleşmemiz için, önemli bir patika açıyor ve olumsuz düşünceleri filtrelememizin yararlı olacağını dile getiriyor. Sosyolojik sıkıntılar ile yoğurulan film, psikolojik bir zemin hazırlayarak seyircinin bazı detaylar üzerinde kafa patlatıp, her şeye kolayca evet demeden önce sıkı bir şekilde düşünmesini istiyor. Eğer mesajlı filmleri seviyorsanız bu film tam size göre!
- Mono Dergi, sayı 6, Kasım-Aralık 2017