Bir trajedi örneği: İspanyollar ve acı çeken yürekler

  • 5 yıl önce
  • 5Dakika
  • 1381Sözcük
  • 104Görüntülenme
 

“Kötü tohum her zaman kötüdür onu değiştirmeye çalışırsan, kendine iyilik değil kötülük etmiş olursun” cümlesinin tesirinde kalan Netflix filmi “El fotógrafo de Mauthausen” Nazilerin, İspanyollara yaptıkları eziyetleri hikayelendirerek, kötülüğün insanın damarlarından akan kan gibi tüm dünyaya yayıldığını ekrana yansıtıp seyircinin sabrını sınıyor. “Contratiempo” filmiyle büyük alkış toplayan İspanyol oyuncu Mario Casas’ı hikâyeye monte eden film, yarı eğlenceli, yarı melodramatik tavrıyla kalbimize bir hançer saplıyor. Diktatörlüğün insan hayatındaki rolünü tartışan film dünyayı yerle yeksan ediyor. 

Genelde Hitler’i ve Nazizm’i konu edinen filmlerde odak noktası Yahudilerdir, ama her film Yahudileri anlatıyor diyemeyiz, çünkü tarihin derinliklerine daldığımızda ücra köşelerde tozlanmış olaylara rastlarız. Bu olaylar bazen içimizi kemirir, bazen de hiç ummadığımız bir anda karşımıza çıkar.

Buradan hareketle, İkinci Dünya Savaşı sırasında Mauthausen kampında (Avusturya) esir olarak tutulan “komünizm” ve “faşizm” sevdalısı olan Franco’ya karşı olan anti-faşist İspanyolların (Katalanlar da dahil) hayat hikayelerini hem trajik hem de ironik bir biçimde anlatan “El fotógrafo de Mauthausen” (Photographer of Mauthausen) travmaların insan üzerindeki etkisine dem vuruyor.

Daha net açıklayacak olursak, yönetmenliğini Mar Targarona ‘nın yaptığı film, gerçek olayları baz alarak, toplama kampında esir olarak hayatının en karanlık günlerini geçiren Katalan fotoğrafçı Francisco Boix’in (Mario Casas) yaşadıklarını sergiliyor.

Psikolojik bir çerçevede değerlendirdiğimiz “El fotógrafo de Mauthausen”, alaycı ve baskıcı Hitler taraftarlarından kolay kolay kurtulmanın mümkün olmadığını göz önüne sererek, her ne olursa olsun ayakta kalmak için direnmenin önemini vurguluyor. Mesela sisteme karşı çıkarak, onların dediklerini yapmayan bir İspanyol’un izole edilip ayrı bir odaya konması ve açlıktan ölmemek için de böcek yemesi, oldukça acıtıcı!  Bu sahneyi dimağımızdan silmek neredeyse imkânsız…

 

El fotógrafo de Mauthausen

Bir insan onca kötülüğe rağmen nasıl yaşayabilir?

Tüm sadisttik ve işkence içeren olaylara göğüs germenin yanı sıra, ölmemek için atlatılan badireleri dikkatlice analiz ettiğimizde ortaya çıkan sonuç belli: Güç içimizde! Unutmayın “her kim olursanız olun, kimliğinizi kaybetmeyin ve içinizdeki inancı yitirmeyin, bunu yaparken de baskıcı rejime karşı ‘mış’ gibi yapın…” Zafere giden yolda, bu şekilde davranmanın bazen başarıya ulaşacağını ifade eden film, insanların bilinçaltlarına yerleşmiş köklü/travmatik kırıntıların, içsel bilinç kuvvetlendiği takdirde yok olacağına karşı ışık yakıyor. Bunu şu şekilde özetleyebiliriz: “Geçmişi bugünmüş gibi yaşayıp onun tutsaklığından kurtulamayanların en büyük sorunu sürekli aydınlanmayı neden yaşayamıyorum sorusunu kendilerine sormalarıdır. Aydınlanma ruhunuzun huzura kavuştuğu andır. Yani şu andır. İşte o an ruhunuzun saf bir özden ibaret olduğunu anlayacaksınız. O öz sizin içsel benliğinizin ta kendisidir.” 

Diğer Nazi filmlerine oranla ölümün (zalimce) şiddetin en az olduğu “El fotógrafo de Mauthausen”, manifesto ve propaganda yaparak, aslında bir sosyal sorumluluk projesini yerine getiriyor. Buna ek olarak, dünyaya yayılan kötülüğün babası olarak anılan Hitler’in ve Hitler gibi düşünenlerin gün gelip kaybedeceği mevzusuna vurgu yaparak önce belli bir süreçten geçmek gerektiğine kanaat getiriyor.

Şimdi kendinize şu soruyu soruyor olabilirsiniz: Bir insan onca kötülüğe rağmen nasıl yaşayabilir? Eğer iradesi sağlamsa ve tüm kötülükleri yenebileceğini düşünüyorsa, neden olmasın?

 

El fotógrafo de Mauthausen

Şov içinde şov

Aslında film oldukça teatral, yani “şov içinde şov” mantığı ile hikâyeyi sağlamlaştırıyor. İzleyiciler olarak kendimizi perdenin hem ön hem de arka tarafında hayal ediyoruz, o anda perde bir açılıyor bir kapanıyor. Hikayedeki Hitler yanlıları İspanyollarla alay etmek ve egolarını tatmin etmek için onlardan bir eğlence düzenlemelerini istiyorlar.

Onlara işkence ettikleri yetmiyormuş gibi bir de üzerine onlarla eğleniyorlar, vicdanları olmadığı için böyle yapmaları şaşırtıcı olmasa gerek… Hani hep deriz ya ne ekersen, onu biçersin diye, burada da bunu görüyoruz fakat, vicdanlı ve vicdansız olmanın altında yatan nedenleri hümanist bir şekilde ortaya koymak oldukça zor. Size yapılanın aynısını başkalarına yapmayın mesajını sübliminal olarak beynimize yerleştiren film, insanların yaptığı hataların bir gün ayaklarına feci bir şekilde dolanacağına dikkat çekerek, kısasa kısas yapmanın hiçbir fayda getirmeyeceğini aktarıyor. Bunu, kendi bataklıklarında boğulan insanlarla özdeşleştirebiliriz.

Tüm bu ortaya konulan argümanlar, Katalan fotoğrafçının vizöründen çıkıyor ve o fotoğraflar er ya da geç Hitler yanlılarının en büyük eğlencesi haline geliyor. Her yapılan şiddetin fotoğrafını çeken Katalan fotoğrafçı çıldırmamak için kendini zor tutuyor, ta ki aklına hiç gelmeyeceği bir olayı yaşayana değin…

 

El fotógrafo de Mauthausen

Tablo kadar canlı görüntüler

Hikâye, her insanın bir bam teli olduğunu ve o bam teline basıldığında çok çirkin şeylerin ortaya döküleceğinin gerçeğini elimize tutuşturuyor. Sinematografi açısından oldukça başarılı olan film, farklı görsel tekniklerle/vurgulamalarla seyircinin ilgisini canlı tutuyor, ama hikâye çok yavaş ilerlediği için bazen sıkıcı olabiliyor. Gerçi bu yavaşlık yaşananların yanında, bir sorun teşkil etmiyor.

Filmin en çarpıcı tarafı, idam sahnesinde arka fonda çalınan müzik ile orkestra şefinin soytarı haliyle çekilmiş fotoğrafı… Takdire şayan kadrajlarıyla sanki bir tablonun içinde kaybolmuş hissine kapılıyoruz, kadrajlar o kadar canlı ve vurucu ki şeytani atmosferin etkisinden kurtularak o güzel “fotoğrafik” sahneler eşliğinde ekranla bir bütün oluyoruz adeta…

Tüm detaylar birbiriyle bağıntılı, ama Katalan fotoğrafçının ne amaçla ne için fotoğraf çektiğini anlayamıyoruz. Emirleri yerine getirmesinin dışında, çektiği fotoğrafların nerelerde, ne amaçla kullandığına, kimlerin ne cezalar almasına sebep olduğuna dair herhangi bir ipucu bulamıyoruz. Sanıyoruz ki arşivlerde bazı dosyalar ve resimler imha edilip yakıldığı için geçmişteki bazı vakalara erişemiyoruz, bu da onlarla orta noktada buluşmamıza gölge düşürüyor. Belki de yönetmen bu meseleyi seyircinin çözmesini veya kafa yormasını istemiştir.

Berlin duvarı

“Ben filmi yaptım, siz onu hamur misali yoğurun” der gibi… Sözün özü, hikâye seyirciyi bilinçlendirerek, daha fazla araştırma yapmasına vesile oluyor. Film çok fazla ayrıntıya girmeden, tek bir hedefe yöneliyor. Zaten filmin amacı ders niteliğindeki tezleri dikte ediyor oluşunun yanı sıra, hayatının değerini bilmeyenlere karşı atıfta bulunması. Küçük sorunları büyütmemek gerektiğini, büyük sorunlara yer vererek aktarmaya çalışıyor.

Netice itibariyle; “El fotógrafo de Mauthausen” tarihi bugüne taşıyan, gözlerimizi dolduran, hüzünlendiren, kendimize tekrar ve tekrar dönüp bakmamızı sağlayan, özümüze dokunan, bizi bizden alıp uzaklara götüren izlenmesi gereken bir film… Filmi izlemeden önce, kendinizi filmdeki olaylara hazırlamanız gerek, aksi takdirde Berlin duvarına toslayabilirsiniz. Bir kez tosladınız mı, kurtuluşunuz sanıldığı kadar kolay olmayacaktır. Filme dair, bir olumsuz görüşümüz var o da şu: kardaki sahneler daha inandırıcı ve daha baskın olsaydı, filme tam not verirdik, o yüzden biraz puan kırmak zorunda kaldık. İyi seyirler!

Filmin notu: 8

Hthayat 

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Abone Olun
Yeni yazılardan haberdar olun ve bizimle kalın