Ruhsal çöküş krizini komedi sosuna bulayarak hikayelendiren Sofra Sırları, bilinçaltımızın altını üstüne getirerek, perdedeki ortadan ikiye bölünmüş karakterle adeta özdeşleşmemizi sağlıyor. Karakterin yaşadıklarını gerçek hayatla örtüştüren film, bazı travmaları atlatmak için insanların düş kurmalarının yanı sıra kendilerine ait bir alternatif dünya yaratmalarının onlara daha fazla yararı dokunacağına kanaat getiriyor, çünkü o dünya insanları hayata bağlar. Filmin altında yatan ana fikir ise şu: insanlar her şeyden önce beyinlerine kazıdıkları negatif etiketlerden kurtulmalılar ki, ileride o negatif etiketler şiddetle yönetilen sapkın eylemlere dönüşmesin.
Türk Sineması sulu zırtlak/kaba komedilerin hâkim olduğu bir dönemi yaşarken, seyircinin sıkılmadan ve heyecanla izleyeceği bir film olan Sofra Sırları’nın, 24.Adana Film Festivali Ulusal Yarışma bölümünde seyirci ile buluşması yerli yerinde oldu. İzleyicilerden büyük alkış toplayan “Sofra Sırları” üzülerek belirtiyoruz ki, herhangi bir ödülle taçlandırılmadı, Türk sineması için yeri büyük olan filmin ödülle taçlandırılmayışı bir hayli şaşırtıcıydı. Oysa ki birçok filme bir ya da daha fazla ödül verilmişti. Biz de bu haksızlıktan yola çıkıp her şartta filme sahip çıkmak istedik.
Peki, bu kadar beğenilen “Sofra Sırları” nasıl bir film? Sıradan bir Türk filmi olmadığını deneysel bir çerçeve çizerek kanıtlayan, “Sofra Sırları” klasik Yeşilçam’ın güncellenmiş halini günümüze uyarlayan sıkı bir psikolojik film… Kâh hüzünlü, kâh komik sahnelere haiz “Sofra Sırları” hikayesinin altına sakladığı vurgulamalar ile, izleyicinin bakış açısını değiştirip, farklı bir ruhsal boyuta geçmesini sağlayarak, içinde bulunduğu hayatı derinlemesine sorgulamasına vesile oluyor.
Patriarkal düzen, otorite baskısı ve yemek kültürü
Patriarkal düzene boğun eğen ve kaderine razı gelen bir kadının yaşadıklarını trajik bir şekilde merkeze alarak kadınlara yönelik bir hikâyeyi huzurumuza sunan yazar-yönetmen Ümit Ünal, ciddi meseleleri ağır bir şekilde anlatmaktansa kara mizah tekniğine başvurarak hem seyircinin hakikatlerden kopmamasını hem de gülüp geçmesini istiyor. Kadınların kendilerini baskı nedeniyle özgür bırakamadıklarını ve bu sırf sebepten ötürü öfkenin hayatlarına müdahale ettiğini ve zamanla iç kriz yaşandığını kritik ederek, hayata kaçan bir tren gözüyle bakmamamız gerektiğini anlatıyor. Zamanın boşa harcanmayacak kadar önemli olduğuna hikayesinde değinen Ünal, evliliğin bazen insanı kısıtladığını, tükettiğini ve aşkı öldürdüğünü Sofra Sırları ile ortaya koyuyor. Bu bağlamda, filme sıkıca bağladığı Neslihan karakterini detaylı bir biçimde teatral atmosferin kollarına bırakarak perdeye yaftalayan Ünal, Neslihan’ın travmalarını, kişilik bölünmelerini, düşlerini ve kafasının içinde dönen planları tüm çıplaklığıyla hikâyeye aks ettiriyor.
Adeta Neslihan’ın sahnesi olan Sofra Sırları, onun dilemmalarını ve çatışmalarını seyirci ile buluşturarak, kendini yeniden keşfetmesine ve arzularını istediği şekilde yönetmesine olanak tanıyor, çünkü filmin anahtarı Neslihan’da saklı ve kilitli kapıları sadece kendisi açabiliyor. Mutluluğu ancak hayallerinde tadan Neslihan evlilik nedeniyle yaşadığı mutsuzluktan ve depresyondan kurtulmak için onu üzenlere ölüm dersi veriyor. Ölümü metaforlarla bağdaştıran Ünal, alt metinlere yerleştirdiği zeki taşlamalar ve ironilerle Neslihan’ın iç dünyasının çok karışık olduğunu gerçek ile hayal arasındaki ince bir ipte salıncak misali sallandığını gözler önüne seriyor. Nedenini ise şu şekilde açıklamak gerek: Şehirli bir kadının taşra yaşantısına uyum sağlayamadığı için deli gibi yemek yapışı filmin altyapısını oluşturduğu gibi, aynı zamanda da karakterin asıl meselesi olan uyumsuzluk ilkesine parmak basıyor. Deyim yerindeyse, Türk örf ve geleneklerinde yemek kültürü ile misafirlik kavramı önemlidir. Masalar donatılır, ta ki masada eksik bir şey kalmayana değin…Bunu çok iyi bilen Neslihan, yemeği bir silah olarak kullanarak iki özlü söze atıfta bulunuyor: “İntikam soğuk yenen bir yemektir” ve “Erkeğin midesine giden yol kalbinden geçer”. Eşine ne yaparsa yapsın yaranamayan Neslihan tatminsiz bir eşin çilesini daha fazla çekmek istemediği için aydınlık tarafını yok ederek karanlık tarafına yöneliyor. Bu da bize, kadınların seslerini çıkartmadıkları için kullanıldıklarını ve metalaştırıldıklarını anlatıyor. Neslihan tepkisini dile getirmek için sürekli evine gelen kişilere “al bu yaptığımı ye, bak çok lezzetli oldu” lafıyla ruhunda gömülü olanları bu yolla dışarı atıyor. Yemek yemenin önemine değinen Neslihan zaman zaman tadı güzel şeylerin çok tehlikeli olacağının sinyallerini vererek, görünüşe aldanmayın! diye seyirciye gönderme yapıyor. Lafın özü, çevresindekileri kolayca kandıran, göz boyayan ve ikna etme konusunda uzman olduğunu kanıtlayan Neslihan karakterine can veren Demet Evgar, usta oyunculuğuyla sinsi ve şeytani bir kadının neler yapabileceğine dair tüm doneleri elimize tutuşturuyor sanki… “Dışı sizi, içi bizi yakar” cümlesine dikkatleri çekerek, büründüğü karakterle neredeyse aynı kişiliğe sahip olduğuna bizi inandıran Demet Evgar “hinlik” işte böyle bir şeydir diyor ve rolü için biçilmez bir kaftan olduğunu her şekilde belli ediyor.
Söz gelimi, kadınlar bazen problemlerini nedensiz bir şekilde içlerine atıp, üzüntülerini ve öfkelerini eylemleriyle belli ederler. Bu düşünceyi geliştiren Ümit Ünal, hikâyeyi dramatize ederek toplumumuzda her gün meydana gelen baskıyı ve duygusal/psikolojik şiddeti aşina olduğumuz normlar üzerinden değil, ampirik metotlar üzerinden naklediyor. Yer yer patriarkal düzeni çatırdatan film, kadınlara dikkat etmek gerektiğinin önemine değinerek, onların da duygularının olduğunu net bir şekilde açıklıyor ki, mesaj yerine ulaşsın.
Yüreğinin götürdüğü yere git!
Kişisel gelişimin insan hayatındaki rolünü belirleyen film, dibe vuran insanlara yaşadıkları kötü deneyimleri sorgulamalarına dair önerilerde bulunarak, bilinçaltında kayıtlı bazı olumsuz olayların zamanlara yüzeye çıkarak ruhsal sağlığımızı bozduğunu perdeye iliştiriyor. Buna ek olarak, insanı ayakta tutanın hayalleri olduğuna vurgu yapan film, bir insanın yüreğinin götürdüğü yere gitmesinin onun adına yararlı olduğunu savunarak hayallerinizin izinden gidin, o size en doğruyu gösterir diyerek ilgimizi celbediyor.
Başarılı kurgusu ve kadrajlarıyla seyirciyi dolduran “Sofra Sırları” enteresan olaylardan yarattığı mizah kavramını doğru yollarla kullanarak duygu yüklü bir film olma yolunda başarıya ulaşıyor. Hala Türk sinemasının nasıl başarıyla yapıldığını gösteren iyi bir analizci olan Ünal, farklı duruşu, tarzı ve özgün sinema kimliğiyle Türk filmlerinin hala bir solukta ve zevkle izleneceğinin garantisini veriyor. Açıkça ifade edecek olursak, mantık olarak zor bir film olan “Sofra Sırları” senaryonun gücünü sonuna kadar kullanarak bir tarafta acıları, diğer tarafta da rüyaları resmediyor.
Netice itibariyle; kendini Neslihan karakteri olarak filme yansıtan Ümit Ünal hayatından kendi kesitler sunuyor ve bazı insanların sıkıldıkları zaman yemek yaparak sakinleştiklerine dair izlenimlerini paylaşıyor. Sadece bununla da sınırlı kalmayıp, absürtlüğü, gerilimi, gizemi güzelce harmanlayıp sıradan bir ev hanımının ‘gerçeklik’ sınırlarının dışına çıkışını yemek kültürü ile birleştiriyor. Şuna da vurgu yapmadan edemiyor: “Türk yemekleri çeşitlilik açısından zengindir ve ağızda çok güzel bir tat bırakır.” İşte “Sofra Sırları” da biz seyircilerde aynı tadı bırakıyor.
Milliyet Pembenar