Hepimiz mayınlı bölgelerden korkarız. Ama bir yanımız da acaba orada ne var diye merak edip durur… Gidelim mi gitmeyelim diye sorarız kendimize. Korku ve ego arasında sıkışıp kalırız. Kim kazanır bilinmez… Peki ya olacakları önceden seziyorsanız? Zaten o sonuç kaçınılmazdır.
İçimizdeki acının sayısı katbekat artar. Ta ki fırtına dinene değin… Fırtınada burnumuzun ucunu göremeyecek kadar karanlığın içine doğru gömülürüz. Karanlık ve aydınlık arasındaki ince hattan doğru bir şekilde ilerlersek manevi gücün dayanılmaz hafifliğini yaşarız. Gücü bir hamur gibi yoğursak da ortaya güzel bir şekil çıksa deriz birçoğumuz. Acaba doğru bir şekilde yoğurduk mu onu? Muamma…
Bilinmezlik ve bilinmezliğin karmaşıklığı insandaki dürtülerin düğüm düğüm olmasına sebebiyet verirken dumanlı geceler yaşanılan acılara perde çeker. O perde bir açılır bir kapanır. Oyuncular sahneye doğru yönelip rollerini oynarlar. Devir daim gibi bir sistemdir bu… Her gün aynı tantana!
Yalancılar ve yalana meyilli insanlar ise maske takıp size engel koymaya çalışırlar. Kimin kisvesini giymeye çalıştıkları zaten belli! Kendileri iyi bir oyuncudur aslında bu mantığa göre… Ama buzdağının görünmeyen yüzü insanı alabora eden bir dalga kadar kuvvetlidir. Dalgalardan kaçmayın onların arasında yüzün ki gerçek hayattan kopmayın. Bırakın sanal dünyanın tadını kötü oyuncular çıkarsın! Kimliklerini ele verecekler ne de olsa…
Çilekeşlik ruhumuza çoktan zerk edilmiş. Katarsis yaşamadan bunu çözmek zor değil mi? Zoru başaralım da olay çözülsün öyle mi? – Hayır
O zorluk bir zorluk daha doğurur. Her gün denklem çözmekle geçer şu ufacık hayatımız. Çöz çöz bitmez ya! Matematik profesörü olmaya gerek yokmuş meğerse… Zaten biz denklemciyiz!
Hayatın denklemi= Değişkenlik+Zorluk