Seran DEMİRAL – Söyleşi
Kitap okuma alışkanlığı, insanlar için önemli bir kazanım. Okuma alışkanlığının edinilmesi özellikle çocukların eğitim ve öğretim sürecinde önemli sorunların çözümünü sağlamakta, onları gidecekleri yolda daha çok başarılı kılmakta. Okumanın önemi tartışılmayacak bir konu. Çocuğun kelime hazinesinin artmasından tutun da genel kültürünün gelişmesine kadar önemli etkileri söz konusu.
Okumak insana hayal etmeyi, düşünülmeyeni düşünmeyi öğretir. Ovidius’un söylediği gibi ‘Kitap aklın ilacıdır.’ Aklımızın ilacını mümkün olduğunca erken yaşta almak ve okuma alışkanlığı kazanmanın önemi bütün toplumlarca bilinen bir gerçektir.
Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) 2017 verilerine göre Türkiye, kitap okuma oranında dünyada 86’ıncı sırada ve yoksul Afrika ülkeleri ile aynı kategoride. En erken çocuk yaşta kazanılacak bu alışkanlığı yeterince geliştiremediğimiz verilere de yansımakta. Çocukların kitap okumaya önem vermeleri, okumayı alışkanlık haline getirmeleri, özellikle, üzerinde durmamız gereken bir konu. Çocuklara okumayı sevdirmek, eğlenerek okumalarını, okumanın yararlarını deneyimlemelerini sağlamak önemli.
Peki okumak bu kadar önemliyken ve çocukken okuma alışkanlığı kazandırmak gerekiyorken çocuklara bu alışkanlığı nasıl kazandırabiliriz? Çocuk kitapları nasıl olabilir? Eğitimciler ve ebeveyn çocuklar için kitap seçerken onlar için en doğru kitaba nasıl karar verebilirler? Çocuk kitabının içeriği nasıl olabilir? gibi sorular, akılları kurcalamakta, cevaplar, cevaplayana göre değişmekte. Bu soruları bizler kendimize sorarken çocuk kitaplarında yer alan içerik, kitapların içeriğindeki “didaktiklik” ya da “toplumsal cinsiyet” önemli tartışma konuları. Tüm bu soruları ve ‘Çocuk Edebiyatı’nı anlamaya dair konuları çocuk kitapları yazarı Seran DEMİRAL ile konuştuk.
- Çocuk edebiyatı nedir? Edebiyatın çocuklar için ayrılıp ayrılmayacağı konusunda ne düşünüyorsunuz?
Çocuk edebiyatı, çocukların okuduğu edebiyattır. Ama nasıl ki çocukların okuduğu Harry Potter yetişkinler için de vazgeçilmezse; ya da yetişkinler için yazıldığı açıkça belli olan Stephen King kitaplarını ben çocuk yaşta bayıla bayıla okuyabilmişsem ve bugünün çocukları hâlâ okuyabiliyorsa; denilebilir ki çocukların okuduğu edebiyat “çocuklar için” üretilen eserlerden ibaret değildir. Edebiyatın çocuklar için ayrılması ihtimali elbette var: Çocuklara hayatın yükünü yüklemekten kaçınmayı seçen yazarlar olacağı gibi, çocuk edebiyatında çocuk karakterlerin yaşamlarının işlenmesi gerektiğini düşünenler de olabilir. Bana sorarsanız, edebiyatın çocuklar için nasıl ayrıldığına karar vermesi gereken çocuğun kendisidir. Önemli olan iyi edebiyattır ve çocuklar iyi edebiyattan anlar. Onlar adına konuşmak yerine, bırakalım, kitaplarını bizzat seçsinler.
- Çocuk kitabı yazarı olarak, çocuk kitabı yazmanın zorluklarından bahsedebilir misiniz?
Aslına bakarsanız ben “çocuk kitapları yazıyorum” cümlesini kurarken “yazarlık” meşgalesinin ağırlığından kurtarıyorum kendimi. İnsanlar çocukları ve çocukluğu küçümsemeye alışık oldukları için, herhangi bir roman değil de “çocuk kitabı” yazdığınızı öğrendiklerinde, “yaaaa” diyip geçiştiriyorlar. Çocuk edebiyatı şeker pembesi olmak zorundaymış gibi! Bense içimden geldiği gibi yazıyorum. Yazmak hiçbir zaman benim için zor olmadı, bu nedenle çocuklara yazmanın zorluğundan bahsetmem gerçekçi olmaz. Fakat şunu eklemeliyim: Benim yazdığım eserler ilkgençlik romanları olarak anılıyor, okumayı ve yazmayı en çok sevdiklerimse “genç yetişkinlere” yönelik olduğu düşünülen eserler (bu tanımları yapanın ben olmadığımı hatırlatayım). Küçük yaş grupları için yazma deneyimim henüz fazla değil; belki de henüz yeterince zorlukla karşılaşmayışım bu yüzden.
- Çocuk edebiyatında toplumsal cinsiyet ile ilgili düşünceleriniz nelerdir? Bu konuyla ilgili olumlu ve olumsuz olarak düşündüğünüz örnekleri paylaşabilir misiniz?
Geçmişte “kızlar” ve “oğlanlar” için ayrı ayrı kitaplar yapıldığını biliyoruz ama bu kitapları anakronik bir bakış açısıyla eleştirmeyi yersiz buluyorum. Dolayısıyla olumsuz örnek sunmayacağım, olumsuz örnek sıralamaya kalksak edebiyat tarihindeki çoğu eseri çöpe atmamız gerekebilir. Malum, kadınların hâlâ toplumda özgürleşemediği ortada, farklı cinsel kimlik ve cinsel yönelimlere önyargı duyulmaması konusunda atılacak daha çok adım var… Böyle bir ortamda ne yazık ki olumlu örnek az sayıda, en azından ülkemiz bazında. Yine de ilginç ve güzeldir ki; erkek yazarlardan Ahmet Büke ve Fatih Erdoğan’ın yakınlarda yayımladığı eserler geliyor aklıma ilk etapta. Demek ki onlar da hep birlikte özgürleşeceğimizin farkında. Genel itibariyle, edebiyatın ve dilin hayatımızın yansıması olduğunu düşündüğüm için toplumsal cinsiyet meselesi gündelik hayatta, sokakta, otobüste, plajda, komşuların arasında ne kadar önemliyse edebiyat ve haliyle çocuk edebiyatı açısından en az o kadar önemli gözüküyor benim için. Edebiyatın her şeyden önce keyif vermesini temenni etsem de, meselesi olmayan insanın yazmayacağını düşünüyorum; haliyle edebiyatın bir işlevi varsa bu işlevin ancak insanın önce kendisiyle sonra yaşadığı zaman ve coğrafyayla mücadele etme aracı olduğunu düşünüyorum. Haliyle, bu konuda daha çok yazmaya ihtiyacımız var! Olumlu örnekler yeterli değil ve zaman içinde “olumlu” özelliklerini sürdürüp sürdürmeyecekleri dahi belirsiz. Bu açıdan farklı toplum ihtimallerini odağına alan bilim kurgu eserlerini bilhassa değerli bulduğumu da eklemeliyim.
- Çocuk kitaplarında içerik nasıl olmalıdır? Çocuk kitapları didaktik mi olmalıdır? Kitapların içeriğinde nasihat olmalı mıdır?
“Çocuk kitapları”ndan kastımıza ders kitapları giriyorsa ne olmalı bilmem, alanım değil. Ama edebiyattan bahsediyorsak, ben bir kitabı bir şey öğrenmek için okumam şahsen. Kurgu dışı kitaplar ne güne duruyor? Edebiyatın hiçbir türü didaktik olmamalı kanımca. Edebiyat öykü anlatmaktır, yaşamadığımız hayatları yaşadığımızı hissetmemizi sağlamaktır. Duyguları aktarmak, yeni düşünceler yaratmak… Bu sırada bilgi aktarılabilir elbette ama amaç hiçbir zaman bu olmamalı. Sadece çocuğu değil yetişkini de “sıkar” böylesi metinler. Ayrıca ben nasihat dinlemeyi oldum olası sevmedim, edebiyatı geçtim, kurgu dışı bir metin yazsam bile neden nasihat edip çocuklara eziyet edeyim?
- Çocuk kitapları resimlerle zenginleştirilmeli midir? Kitaplardaki resimler nasıl olmalıdır?
Yine eksik tarafımdan soruyorsunuz! Ne yazık ki resimli kitap deneyimlerim şu sıralar oluyor, şekilleniyor; halihazırda yayımlanmış resimli kitaplarım yok. Ancak bu konuda da çocuk – yetişkin ayrımının ötesine geçtiğimiz kanaatindeyim. Çocukların çoğu gibi ben de çizgi roman tutkunuyum, bir yandan çizgi roman senaryosu üretmeye çalışıyorum. Yetişkinlerin çoğunun “grafik roman” merakının arttığını görüyorum. Hem çocuk hem yetişkinlere çizen Shaun Tan’a bakın mesela! “Uzak” yetişkinleri hedef alan tamamen “sessiz” bir kitap ve göç gibi “ciddi” bir meseleyi işliyor ama çocukların rahatça anladıkları ve sevdikleri bir eser olduğunu bizzat deneyimlerimden biliyorum. Aynı yazar / çizerin “Kayıp Şey”, “Kızıl Ağaç” gibi kitaplarınınsa çocuklar için yapıldığını ama yetişkinler tarafından da tutkuyla bakıldığına / okunduğuna tanıklık ediyorum. Haliyle edebiyattaki çocuk – yetişkin ayrımının demodeliği bence resimli kitap kavramında da geçerli. Elbette metnin dili gibi görselin dili de yaş grubuna uyarlanabilir; çocuklara yönelik eserlerde daha naif çizgilere, yumuşak renklere yer verilebilir. Dil gibi görsel semboller konusunda da, yaşımız ilerledikçe basitten karmaşığa bir seyir izlediğimiz muhakkak. Bilişsel süreçteki farklılıklar dışında temel bir ayrım gerekeceğini sanmam ama.
- Ebeveynler, öğretmenler ve çocuklar çocuk kitapları incelerken nelere dikkat etmelidirler?
Ebeveyn ve öğretmenler “Çocuk bunu anlamaz.” ya da “Çocuklar bunda ne buluyor?” benzeri ön yargılarından sıyrılsın yeter. Elbette işlediği konular bağlamında çocukların okumasını değerli buldukları kitaplara onları yönlendirsinler, bunda bir sakınca yok ama halihazırda okumaya meyilli oldukları türlerde onları sınırlamasın, baskılamasınlar, diyebilirim naçizane. Çocuklara ise hep söylüyorum, “Bazen bir kitabın zamanı değildir, sıkılırsanız bırakın, dönüp tekrar baktığınızda seversiniz belki.” diye. Brokoli çok lezzetlidir ama çoğu insan sevmez, tadına bakmaya bile yanaşmaz. Çikolataya herkes bayılır ama kimisinin alerjisi olabilir. Kitap da böyle bir yerde, bana sorarsanız yeryüzündeki herkes “Karamazov Kardeşler”i okumalı fakat zorla insanların eline tutuştursam şahane bir eseri anlamsız bir baskı aracı haline getirmiş olabilirim.
- Yetişkinin çocuğun okuyacağı kitaba karar vermesi sizce doğru mu? Çocukların kendileri için okuyacağı en iyi kitabı seçmeleri, onları seçim sürecine katmamızla mı gerçekleşir?
Cevaplarımdan anlaşılmıştır ki çocuklar her konuda kendi kararlarını versinler muradını taşıyorum, tabii hayalperestliğim bir yana, kurduğum cümlenin gerçek dışılığının farkında olacak kadar da ayağımın yere bastığını söyleyebilirim. Haliyle, bu soruların cevapları koşullarla o kadar ilişkili ki! Ne desem bir ihtimali hesaba katmadan konuşmuş olurum. Bir kere ebeveynin kitap okumayıp çocuklarından kitap kurdu olmalarını beklemeleri gibi koca bir problem var, okumayan anne baba çocuğuna nasıl kitap seçecek? Öğretmenlerin çoğu için de ne yazık ki bu geçerli. Sizin gibileri tenzih ederek elbette, kimi zaman üniversiteden mezun olduğundan beri kitap okumadığına emin olduğum edebiyat öğretmenleri görüyorum ne yazık ki. Kitap okumanın “boş zaman etkinliği” olarak değerlendirildiği, kitap okuyan insanların “sıkıcı” olduğunun düşünüldüğü, “entel” ve “artist” gibi kelimelerin hakaret olarak kullanıldığı toplumda kat edilecek çok yol var. Ancak ondan sonra çocuk ve ebeveyn birlikte, eşit bir yaşamı kurabilir, çocuk annesi “Aç ağzını kuş geliyor!” demeden yemeğini yiyip ayakkabısının bağını bağlayıp okula kimse elini tutmadan gidebilir, prens ve prensesler olarak büyümeyen birey olarak yetişen çocuklar da kitaplarını seçer hale gelir.
- Çocuklara eleştirel okumayı nasıl öğretebiliriz?
Felsefe ile! Yani soru sormayı öğreterek, öğreterek de demeyeyim, çocuğun merak etmesini sağlayarak, merakının sorular doğurmasına yardımcı olarak… Ne yazık ki cevabı belli olan ve o belli cevabın beklendiği sorulara alıştırıyor çocukları mevcut sistem. Halbuki sorular her zaman cevap bulmak için değildir, hatta çoğu zaman soruların matruşka bebekler gibi birbiri içinden çıkması, problem çözercesine yeni fikirlerin üretilmesi, cevapları aradığımız o süreç başlı başına keyiflidir. Merak eden çocuk sorar, soru soran çocuk eleştirir, eleştiren çocuk üretir ve değiştirir. Bunun için kurgunun gücü ise yadsınamaz. Tam da öykülerde hareketle sorular için bir izlek oluşturmak, eleştirel okur-yazarlığın yöntemi olarak kurulabilir.
- Okul kütüphaneleri neredeyse hiç kullanılmıyor. Kütüphaneleri iyileştirmek sizce gerekli mi? Gerekliyse neler yapılabilir?
Kütüphaneler kullanılıyor mu sanki? Gündüz Vassaf’ın yolculukları üzerine kaleme aldığı denemelerinden oluşan bir eserindeydi sanırım, havalimanlarındaki bütün alanların alışveriş odaklı olmasıyla ilgili bir eleştiri yapıp havalimanlarında neden farklı etkinlikler kurgulanmadığını sorguluyordu. Uçak kalkış saatinden en az bir saat, yurt dışı uçuşuysa 2-3 saat öncesinde gidip onca zamanı geçirdiğimiz mekanlar bize para harcatıyor da, neden bir performans göremiyoruz, mini bir resital ya da piyes izleme şansımız olmuyor? Bu sorular çok değerli çünkü tam da toplumsal hayatın nasıl örgütlendiği mekanlardan izlenebilir. Tezim için bir görüşme yaparken AVM kullanım amaçlarını sorguluyordum ve anne olan bir kadın “Çocuğumla hafta sonları gidiyoruz, bağırıyor, koşuyor, enerjisini atıyor. Ne yapayım kışın soğuğunda ormana mı gidelim? AVM ikimize de iyi geliyor.” gibi bir yorumda bulunmuştu. Demek istediğim, biz çocuklarımızı alıp AVM’lere götürüyoruz, kitap okunacak bir mekâna gitme alışkanlığı, tıpkı okuma alışkanlığı olmadığı gibi, yetişkinde olmazsa çocukta nasıl olacak? Kütüphaneleri iyileştirmek gerekli, öncesinde kütüphanelerde toplanma, kütüphaneyi ve kitabı gündelik yaşamın parçası haline getirmek gerekli sanki. Kütüphanelerde sessiz olunur, bir şey yenip içilmez kuralları yerine, belki kütüphanelerin interaktif kullanımı, yurt dışında yaygın olan “medyatek” formatı denense, bütün bilgi erişimi olarak kurgulansa ve teknolojiyle, görsellikle bağı kurulsa, kısacası çağı yakalasa, kütüphane mekanının kendisi çekici hale gelir. Hele çocuk kütüphanelerinde yapılacak ne çok şey var aslında! Bir kere madem çocuk kitaplarını ayırıyoruz, o halde çocukların mekanını da ayırmalı – Türkiye’de çocuk kütüphanesi sayısı o kadar az ve olanlar da öyle yetersizler ki! Çoğu tarihi yapılar ve renkli plastik sandalyeler dışında “çocuk dünyası”na dair bir fikirle dizayn edilmemişler. Bu açıdan mimar ve tasarımcılara da iş düşüyor belki. Mimarlık mezunu birisi olarak daha fazla tarif etmek yerine çizerek katkıda bulunabilirim ben de umarım bir gün!
- Çocukların e-kitap okumaları konusunda ne düşünüyorsunuz?
Hiçbir mahsuru yok bence. Sürekli elinde akıllı telefonla gezen ve oyun oynayan çocuğun yerine elindeki tablette, telefonda, kindle’da kitap okuyan bir çocuk görmeyi şahsen arzu ederim. E-kitapların kitapları öldüreceği meselesini ise yapay zekanın dünyayı ele geçirmesi meselesiyle eşdeğer tutuyorum. İnanmıyorum yani; kitapların da insanların da sonunu getiren teknoloji olmayacak, teknofobik değilim.
- Çocuklara okuma alışkanlığı kazandırmak, onlara okumayı sevdirmek için neler yapabiliriz? Bu konuyla ilgili çocuklara, öğretmenlere ve ebeveynlere tavsiyeleriniz nelerdir?
Okumayı eğitim, bilgi, öğrenme kavramlarıyla ilişkilendirmek yerine, öğrenmeyi oyun, eğlence, gülmek, paylaşmak gibi kavramlar üzerinden yeniden tanımlamamız gerektiğini düşünüyorum öncelikle. Yani kitapların eğlenceli olduğunu göstermeliyiz çocuklara. “Okuma alışkanlığı kazandırmak” ifadesi, baskının kendisi zaten, okumayı sevmeyen çocuk kaçar gider buradan. “Kurmacanın, kurgunun, öykünün” aslında oyun olması, oyunların hayatın parçalarından yola çıkılarak üretilmesinden bahsetmeli. Hatta çocukların izlediği o çok müthiş dizilerin kökeninin romanlar, müthiş Marvel filmlerinin temelinin çizgi romanlar olduğunu hatırlatmalı. “Filmi güzel ama kitabı daha iyi…” cümlesini kurmalarını sağlamalı, çünkü sinema akan görüntülere bakmaktan ibaretken, çevrilen her sayfa insanı başka diyarlara götürür, malum. Belki de bütün çocuklara Michael Ende’nin “Bitmeyecek Öykü” kitabını hediye ederek başlamalı!
[mks_tabs nav=”horizontal”]
[mks_tab_item title=”Seren Demiral Özgeçmiş”]
Seran Demiral, 1989 yılında İstanbul’da dünyaya geldi ve hâlâ doğduğu şehirde
yaşıyor. 2005’te “Münzevi”, 2007’de “Hissizleşme” isimli fantastik kurgu romanları
yayımlandı. 2007’de Kadıköy Anadolu Lisesi’nden, 2011’de ise Mimar Sinan
Üniversitesi Mimarlık bölümünden mezun oldu. “Peki ama ben kimim?” (2012),
“Okulda ne işim var?” (2013), “Nasıl yapalım?” (2014) ve “Dünyayı neden
değiştirmeliyiz?” (2014) isimlerini taşıyan kitaplardan oluşan, genç okurlara yönelik
“Filozof Çocuklar Kulübü” çalışması Final Kültür Sanat Yayınlarından, görme engelli
gençlerin hayatını konu eden “Parmak Uçları” (2014) ise Tudem Yayınları tarafından
yayımlandı. İlk bilimkurgu romanı olan ve İthaki Yayınlarından basılan “Hayat Üretim
Merkezi”nin (2015) ardından Seran, bir yandan distopik kurgular yazmayı
sürdürmekte, bir yandan “Münzevi”yi çizgi romana uyarlamaktadır. Bunlar olup
biterken öğrenciliği bırakmamış, İstanbul Üniversitesi Sosyoloji bölümünde mekansal
ayrışma ve kültürel tüketim konularını kesiştiren teziyle yüksek lisansını tamamlamış,
şimdilerde eski-yuva Mimar Sinan Sosyolojide doktora eğitimine devam etmektedir.
Çocuklarla felsefe ve edebiyat atölyeleri aracılığıyla alternatif eğitim modelleri
geliştirme üzerine kafa yormakta, çeşitli konularda akademik çalışmalarını
sürdürmektedir.
[/mks_tab_item]
[mks_tab_item title=”İletişim”]
serandemiral@gmail.com
[/mks_tab_item]
[/mks_tabs]