Söz konusu Atatürk olduğunda hepimiz saygı duruşuna geçiyoruz, çünkü her şeyi ona borçluyuz, o bizim ulu önderimiz ve bu asla değişmez. Bizi her anlamda ileri doğru götüren Atatürk medeniyet, barış, demokrasi, hak ve hukuk için çalışmalar yaparak sosyolojik tabanlı çağdaş bir toplum kurmak için mücadele etmiştir, ama bugünlerde bazı asılsız haberler ve anlamsız söylentiler medyada vuku bulmaktadır ki, bu oldukça iç parçalayıcıdır. Başarılı bir toplum yaratmak adına çeşitli stratejiler geliştirerek belirlemiş olduğu planları kararlı bir biçimde uygulayan ve yerine koyan çok az ileri görüşlü deha vardır. Evet, yanlış duymadınız o bir dehadır. Öyle bir dehadır ki, padişahlığı sona erdirerek demokrasiyi getirmiştir.
Hatta Atatürk’ün şöyle bir anısı vardır. Bir grup Milletvekili Atatürk’ü ziyarete gider ve ABD tipi bir başkanlık sistemi önerisinde bulunurlar. Atatürk ise şu yanıtı verir: “Padişahlıktan yeni kurtulduk, kendinize yeni bir padişah mı arıyorsunuz? Bir daha bana böyle bir teklifle gelmeyiniz.” Kısaca Atatürk her şeyi önceden görmüştür.
Biz de tüm bunların ışığında “Atatürk: Mücadelesi ve Özel Hayatı” isimli biyografik çalışması ile güzel bir etki bırakan yazar-gazeteci İpek Çalışlar ile hem Atatürk’ü konuştuk hem de Türkiye’deki ciddi meselelere parmak bastık.
İpek çalışlar kimdir, ne yapmıştır?
Hayatını araştırmaya adayan İpek Çalışlar biyografik roman yazma konusunda oldukça başarılı bir isim. Araştırdığı tüm bilgileri sabırlı bir şekilde satırlara aktararak detayların ne derece önemli olduğunu vurguluyor. Derin ve kapsamlı çalışmalarıyla ün yapan Çalışlar bir dönem Hamburg’da cinsel kimlikler üzerine araştırma yaptı, daha sonra da medyada ve siyasette kadınların eşit temsili için uğraş verdi. Genelde özel ve hassas konular üzerine bildiklerini anlatan ve yazan Çalışlar dik, güçlü, titiz ve hayata dört elle sarılan nitelikli bir yazar. Çalışlar’ın şu ana kadar yazdığı kitaplar ise şu şekilde yer alıyor: “Halide Edib”, “Latife Hanım”, “Iran Bir Erkek Diktatörlüğü” ve “Mustafa Kemal Atatürk: Mücadelesi ve Özel Hayatı” …
Biz de tüm bu verilerin ışığında yolculuklara, tanıklıklara ve belgelere dayanan, doğru bilinen yanlışlara atıfta bulunan “Mustafa Kemal Atatürk: Mücadelesi ve Özel Hayatı” isimli roman tadında biyografik çalışması ile güzel bir etki bırakan ve yankı uyandıran yazar-gazeteci İpek Çalışlar ile söyleşi yaptık. Söyleşimizde hem Atatürk’ü konuştuk hem de Türkiye’deki ciddi meselelere parmak bastık. Değerli İpek Hanım’a bu söyleşiyi yapmayı kabul ettiği için teşekkürü borç bilirim.
“DÜNYADA BİLGİ ARTIK BİR DOKUNUŞUN UCUNDA”
Eğitim sistemimiz oldukça bozuk, aynı çürük elma misali… “Öğrenmeden dersi geç” tekniği uygulanıyor, bu sebeple çocukların ne vizyonları ne de bilgileri gelişiyor. Daha da üzerinde duracak olursak, okullarda yeteri kadar Atatürk’ün ilke ve inkılaplarının öne çıkarılmadığını da söyleyebiliriz. Bu konuda ne düşünüyorsunuz ne gibi çalışmalar yapmak gerek?
Millî Eğitim Bakanlığı mı, Eğitim Bakanlığı mı? Bu kurumun adı ne olmalı? Her ülke kendi tarihini ders olarak okutuyor. Kurucu önderinin ilkelerini de öğretiyor. Biz de böyle yapıyoruz. Ancak, eğitimin genel çerçevesinin evrensel olması gerektiğini düşünenlerdenim. Dünyada bilgi artık bir dokunuşun ucunda. Avustralya’da yazılmış bir üniversite tezini okuyabiliyoruz. Kanada’dan Güney Afrika’ya öğrenim gören Türk öğrencilerimiz var. Eğitimin bilgi ağırlıklı olması dönemi sanırım kapanıyor. Herkes bilgiye kolaylıkla ulaşabiliyor.
Birbirinden değişik fikirlerle, yorumlarla, bakış açışlarıyla zenginleşmeliyiz. Bunun da başlangıcı elbette eğitim. Özgür düşünceyi geliştiren sistemli bir eğitime geçilmesi bütün dünya öğrencilerinin hayali. Bizim çocuklarımız da böyle bir kulvarda eğitim görmeyi hak ediyorlar. Çabamız bu yönde olmalı.
Piyasada birçok Atatürk kitabı var, fakat sizin kitabınız oldukça derin ve detaylı. İnsanın okudukça okuyası geliyor. Söz konusu Atatürk olduğu zaman oldukça titiz birisiniz, kendi kelimelerinizle Atatürk’ü nasıl tanımlarsınız?
Atatürk’ü birkaç kelime ile anlatamam. Anlatabilecek olsam Latife Hanım ve Atatürk biyografilerini yazmazdım. Ancak şunu söyleyebilirim,
Atatürk’ün bilgiye ulaşmakta ısrarlı ve istekli olması, yeniliklere açık olması, muhakeme kabiliyeti, Türkiye’de ve dünyada barış fikrini benimsemesi benim açımdan en önemli yönleri.
“TELGRAFÇILAR MÜTHİŞ HIZLI HAREKET EDEN GÖZÜ PEK ADAMLAR”
Bir kez bir hocamız halkla ilişkilerin gelişiminin en önemli sebebinin Atatürk ve yolladığı telgraflar olduğunu söylemişti. Hatta Atatürk bir telgrafında şunu söylemiş: “Telgrafın telleriyle savaşı kazandık”. Atatürk’ün ağzından çıkan bu cümleyi nasıl yorumluyorsunuz ve halkla ilişkiler hususunda bize neler söylersiniz?
Bugün internet neyse, o gün telgraf oymuş. Haberleşmenin en hızlı yolu. Savaş talimatları, atların arpa ihtiyacından, komutanlara verilen gizli emirlere kadar her şey şifreli telgraflarla aktarılıyor. Telgrafçılar müthiş hızlı hareket eden gözü pek adamlar. Bildiğim kadarıyla kadın telgrafçımız yok. Telgraf olmasa haberleşme nasıl sağlanacak? Haberleşme yani telgraf olmadan Milli Mücadele’nin yürütülebilmesi ve kazanılması olanaksız.
Halkla İlişkiler ise biraz daha farklı. Bugün üniversitelerde büyük ilgi gören bu alan Mustafa Kemal için hayati önem taşıyor. 19 Mayıs’ta Anadolu’ya geçtikten sonra kaleme aldığı mektuplar çok etkileyici. Cephe’ye davet etmek istediği kişilere, kanaat önderlerine gönderdiği davet mektuplarını büyük merakla okudum. Bu mektupların önemli bir kısmı Nutuk’ta mevcut. Bir bölümünü ben de kitabıma aldım.
Ana akım gazetelerin yöneticileri ile yazışmaları da çok öğretici. İşgale karşı büyük bir mücadeleye girişirken, önde gelen yazar ve gazetecileri haberdar ediyor. Sansüre aldırmadan bu ilişkiyi başlatıyor. Atılan adımların gazeteciler tarafından bilinmesine büyük önem veriyor.
Örneğin, Erzurum ve Sivas Kongresi’ne gazeteci Ruşen Eşref’i davet ediyor. Kongre kararlarını gazetelerle paylaşıyor.
Gazeteciler ondan görüş istediklerinde hiç nazlanmadan hemen açıklama yapıyor, ya da yazılı cevap yolluyor.
Basın toplantısı adeti yok, ama gazetecilerle dostluk kuruyor. Hep yanı başında olan gazeteciler var. Ruşen Eşref, Falih Rıfkı gibi isimlerle hep temas halinde. Milli Mücadele devam ederken Ahmet Emin (Yalman)a çok uzun bir röportaj veriyor. Bugün bile bu röportaj en çok kullanılan kaynak. Yurt dışından gelen gazetecilere de saatlerce vakit ayırıyor ve sorularını cevaplıyor.
Dönemin İngiliz ve Amerikan gazetelerine internetten ulaşmak mümkün. Bu gazeteler Mustafa Kemal ve Millî Mücadele haberlerinden geçilmiyor.
Atatürk kitabınızda bir şey çok dikkatimi çekti. Kitabınızın kapağında mücadelesi ve özel hayatı diye geçiyor. Normalde Atatürk’ün özel hayatı ve mücadelesi hep farklı kitaplarla ortaya konur. Siz tek bir kitap üzerinden anlatıyorsunuz. Sizi zorladı mu bu? Kitabı tamamlamanız ne kadar süre içinde gerçekleşti? Araştırma yaparken sizi şaşırtan ve şok eden şeyler oldu mu?
Doğru bir gözlem. Ben onun özel yaşamını, mücadelesiyle birleştiren bir anlatımı tercih ettim. Neden mi? Anlatılan genelde komutan ve devlet adamı olarak Atatürk. Bir insan yaşadıklarından koparılıp, attığı adımlarla anlatılamaz, anlaşılamaz. Şevket Süreyya, güzelim Tek Adam biyografisinde Atatürk’ün evliliğini en son birkaç sayfasında anlatmış. 1923-1925 dönemini yani en çalkantılı yıllarını Latife Hanım ile geçirmiş Atatürk. Bu evlilik ballandıra ballandıra anlatılmayı hak etmez mi? O günlerin Amerikan basını Latife Hanım haberleri ile dolmuş taşmış.
Kitabın tamamlanması yedi yıl sürdü. Uzun bir zaman. Araştırma yaparken beni şaşırtan noktalardan biri çocukluk hikayesi oldu. Kız kardeşi Makbule Hanım’ın değerli anlatılarının biyografilerde yer almamasını hayretle karşıladım.
Liderlik vasfı gelişmiş olan Atatürk’ün duygusal oluşundan bahsedebilir miyiz?
Evet duygusal bir kişiliği var. Bunu en çok mektuplarda görebiliyoruz. Özellikle yakın dostlarına yazdığı mektuplarda. Mektuplardaki en duygusal ifadelerini kitaba taşıdım. Bir de “Beni Hatırlayınız” sözünü çok kez tekrarladığını fark ettim.
“HİTLER’İN YAKTIRTTIĞI KİTAPLARDAN ARTA KALANLARIN DURDUĞU BİR KÜTÜPHANEDE ÇALIŞTIM.”
Bir dönem LGBT, kadın ve İslam konularını araştırdığınızı biliyorum. LGBT konusundaki düşünceleriniz neler? Sizce bununla ilgili ne gibi çalışmalar yapılmalı? İnsanlardaki önyargı nasıl kırılabilir?
Önyargı hepimizde var. Böyle yetişmişiz. Tek tip insan diye bir ezberimiz var. Mümkün mü böyle bir şey?1990 yılında ‘Sokak’ adıyla bir dergi çıkartmıştık. İki tuvaletimiz vardı. Birinin kapısına kadın diğerine erkek diye yazmıştık. Uyarı gelince, üçüncü tuvalete yer olmadığı için kapıdaki kadın-erkek sembollerini kaldırmıştık. Sonra öğrendim ki, TBMM’de de kadınlar için kullanılabilir noktadaki ilk tuvaleti İmren Aykut yaptırtmış.
Ben Almanya’da iki yıl yaşadım. Hitler’in yaktırttığı kitaplardan arta kalanların durduğu bir kütüphanede çalıştım. Meğer Hitler, Berlin’de önce eşcinsellik üzerine araştırmaların yürütüldüğü merkezin kitaplarını yaktırtmış. Yanık sayfalı kitapları okumaya çabalarken çok utandım. Bu karşılaşma bana bir yıllık bir çalışma alanı açtı. LGBT sorunu tarihte nasıl yaşanmış okudum durdum. Bu çalışma ne oldu derseniz, bir bölümünü Boyut gurubunun Eros Cinsel Yaşam Ansiklopedisi’ne madde olarak yazdım.
Cinsiyet ayrımcılığı ayıp bir şey.
Atatürk’ten öğrenmemiz gereken en iyi ders nedir? Türkiye toprakları dışında düşünecek olduğumuzda diğer ülkelerin Atatürk’e bakış açısı nasıl, onu sizce nasıl tanıyorlar?
Dünya ülkeleri Atatürk’e çok olumlu bakıyor. Buna değer verelim. Bizler de dünyanın ve Türkiye’nin değişen koşullarına cevap veren yönlerine, öğretilerine sahip çıkalım. Atatürk bugün aramızda yaşasa, bir dogma olmak istemezdi.
Kitabı yazmadan önceki Atatürk algınızla, yazdıktan sonraki algınız arasında değişiklikler oldu mu?
Tabii. Onu hep kurucu lider olarak düşünürdüm. Etten kemikten bir insan olduğunu Latife Hanım’ı yazarken çok iyi anladım. Atatürk kitabını da bu nedenle yazdım.
Şu ara medyada Atatürk hakkında bazı usulsüz ve asılsız haberler çıkıyor. Sizce Atatürk’ün kurcalanmayacağı ve gündem olmayacağı zamanlar gelecek mi?
Bir süre daha bu böyle devam eder diye düşünüyorum.
“KADIN SÖZÜNE, YORUMUNA DEĞER VERDİM”
Medyada ve siyasette kadınların eşit temsili için uğraş verdiğiniz bilgisine vakıfım, bu yönde yaptığınız çalışmalar olumlu sonuçlandı mı? Ne derece duyarlı olundu?
Evet bir dönem kadınların eşit temsili konusuyla çok ilgilendim. Latife Hanım’ın siyasi hak mücadelesini vurgulamaya gayret ettim. Aynı şekilde Mustafa Kemal Atatürk’ün de kadınları görünür kılmak için gösterdiği çabadan çok etkilendim. Evli olduğu yıllarda her gittiği şehre Latife Hanım ile birlikte gidiyor. Bütün fotoğraflarda Latife Hanım eşinin yanında.
Latife Hanım’ın 1923 yılında parlamenter olma talebi, benim açımdan çok kıymetliydi. Kitabımda bu konuya bir bölüm ayırmıştım.
Kadınların TBMM’de daha çok sayıda temsil edilmesi mücadelesine katkıda bulunmaya çalıştım. Son 15 yıl içinde meclisteki kadın temsili yüzde 4’lerden 15’lere kadar yükseldi. Tabii ki çok yetersiz ama yine de çabalar bir sonuç veriyor.
Medyada çalıştığım yıllarda kadınların haber kaynağı ve kanaat önderi olarak öne çıkmaları için özen gösterdim. Kadın sözüne, yorumuna değer verdim. Atatürk kitabımı yazarken kadınları kaynak olarak kullandım.
“KADINLARIN SİYASİ HAKLARINI ELDE ETMELERİ İSE 1934 YILINDA GERÇEKLEŞİYOR”
Türk kadınının modern bir topluma geçişi Atatürk’ün İnkılâpları ile mümkün olmuştur. Seçme ve seçilme hakkına, eşit vatandaş olma niteliğine yasal olarak kavuşmuştur. Atatürk’ün bu eşitlikçi yasasının doğru bir şekilde işlemesinin altında yatan ana neden sizce nedir?
Atatürk babası küçük yaşta öldüğü için annesi, anneannesi ve kız kardeşleri ile büyümüş. Kadınların dezavantajlı konumunu görmüş, hissetmiş. Bu duruma sık sık isyan etmiş. Hak mücadelesi veren kadınları hemen fark etmiş ve onları anlamış. Genç yaşında tuttuğu defterleri okuduğumuzda, kadınların eşitsiz konusundan memnun olmadığını açıkça görebiliyoruz.
Eline yetki geçtiğinde kadın meselesini sahipleniyor, 1926 tarihli Medeni Kanun bu konuda atılmış ilk adım. Kadınların Siyasi haklarını elde etmeleri ise 1934 yılında gerçekleşiyor.
“TÜRKİYE’DE GÜÇLÜ BİR KADIN HAREKETİ VAR”
Kadın-erkek eşitsizliği ve ataerkili anlayış Türkiye’ye hâkim durumda… İşte bu yüzden Türkiye’de kadın olmak oldukça zor ve her geçen gün daha zorlaşıyor. Şiddet vakaları, cinsel istismar (taciz ve tecavüz) sorununa dur diyemiyoruz ve sessiz kalıyoruz çoğunlukla, bu sizce ne zaman son bulacak ya da bulacak mı? Kadın yazar olarak fikirlerinizi duymak isteriz…
Türkiye’de güçlü bir kadın hareketi var. Ancak, son birkaç yıldır 8 Mart’larda İstiklal Caddesinde yapılan kadın yürüyüşler polis tarafından gazla, tomalarla dağıtılıyor. İstanbul’da kadınlar dertlerini anlatmak için yürüyorlarsa, bundan gurur duyulması gerekir.
İstanbul’da 11 Mayıs 2011’de imzaya açılan İstanbul Sözleşmesi, 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe girdi. Kadın ve çocuğa yönelik her türlü şiddetin önlenmesi ve faillerin cezalandırılmasını öngören sözleşme bugün, “yuva yıkıyor” iddiasıyla topa tutuluyor.
İstanbul’a çok yakışan sözleşmeyi gözümüz gibi korumalıyız.
Siz hem gazeteci hem de yazar olarak gazeteciliğin etkisini kaybetmesini nasıl yorumluyorsunuz? Bizi neler bekliyor?
Gazeteciliğin bugünkü durumuna üzülüyorum. Su akar yolunu bulur derler. Haber de akar ve yolunu bulur sonunda.
Dijital dönüşüm yaşayıp teknolojinin varlığını her alanda göstermesi sizi rahatsız ediyor mu?
Dünyanın geldiği nokta ilginç. Ben durumdan yararlanmaya çalışanlardanım. Araştırma yapanlar için müthiş imkanlar çıktı ortaya.
Yeni bir kitap hazırlığınız var mı? Başka projeleriniz varsa onlardan da haberdar olmak isteriz.
[mks_separator style=”double” height=”4″]
Ufak bir not: Latife Hanım’ın gözden geçirilmiş baskısı geçen hafta Yky’den çıktı.
Söyleşi: Arzu Çevikalp
arzu.kultursanat@gmail.com