Günümüzün Vampir Sorunu
Hayatta korkulacak bir sürü şey vardır, fakat gece uyurken dört yüz yaşındaki bir vampirin saldırısına uğramak bunlardan biri değildir. Çünkü asıl korku kendimizden korkuyor oluşumuzdur. Birine sinirlendiğinizde ya da kızdığınızda, ya o kişiden uzak durmak istersiniz ya da ondan kurtulmak için planlar yaparsınız. Ve kurtarıcı düşünceniz işte o an aklınızın bir yerine ilişiverir: “Keşke vampir olsaydım da, yaptığının bedelini ödetseydim.” Vampir olmaya özenenlerin sayısı arttıkça kin güden insanlar da onlara benzemeye çalışıyorlar. Ama bazen insanın gerçekten de vampir olası geliyor.
Öfke en büyük şeytandır
Dünyada hergün meydana gelen saçmalıklar silsilesi-ki bunlar- hunharca katledilen hayvanlar, sadistçe ölüme terk edilen insanlar, seri cinayetler, ve daha gırla giden dehşet vakaları… Tüm bu saydıklarım kötülükle özdeşleşen insanların(şiddet yanlıları) vampir olmak isteyişlerinin bir tezahürü zaten. Buradan hareketle insani duygularını yitirmeye meyilli olan zalimler, etrafındakileri de kendilerine benzetmeye çalışıyorlar. Bana kalırsa çoktan benzettiler!
Diğer taraftan yaşanan bedbaht olaylar asırlar önce şiddet yanlılarının vampire dönüştüğünü gösterirken; esasında onların vampirliğe özenmediğini gerçekten de öyle olduklarını vurguluyor. Sözün özü; insanın içinde yatan birçok karakter var. Onlardan en önemlileri öfke ve sevgi. Tabi dünya şartlarına göre “öfke” diğerlerine oranla öne çıkıyor. Zaten öfke filmlerde ve dizilerde karşımıza çıkan şeytanın ta kendisi!
Öfke krizi nedeniyle yıllardır patlak veren cinayetler ego oyunlarının ağlarına takılırken, bazı kişilerin içlerindeki “sevgi” duygusunun aslında hiç var olmadığını gösteriyor. Ya da var olup işlevselliğini yitirdiğini… Kontrol mekanizması çalışmadığında içlerindeki şiddet ortaya çıkıyor. Peki, bu şiddetin ortaya çıkmasının sebebi nedir? Gerçek hayatta yapamadıkları eylemlerin ve onun muadillerinin ruhlarının derinliklerinden gelen “şunu şöyle yap” diyen negatif içerikli iç ses ile birleşerek sanal dünyayı aktifleştirmesi bence. Hem de ekranları kullanarak… Böylece gizemi ve şiddeti orta noktada birleştirip onları mitleştiren ekran; görünürde vampirlerin dünyasının bir o kadar şaşalı olduğunu ama içine fazla girildiğinde ise zararlı olduklarını kanımıza zerk ediyor adeta. Şunu unutmadan dile getireyim: Bu durum en çok gençlerin hoşuna gidiyor. Ne demiş atalarımız “Her gülün bir dikeni vardır.” Bu özlü sözden yola çıkarak gençlerin ilgisini çekeceğini düşündüğüm vampir dizilerinden bahsetmek istiyorum.
Vampir dizileri
90’lı yıllarda başlayan vampir dizi furyası ilk Forever Knight ardından Angel; sırasıyla Buffy The Vampire Slayer, Blood Ties, Moonlight, True Blood, Vampire Diaries ve Being Human ile devam etti ve halen devam etmekte. Ama geçmişten ziyade günümüzü değerlendirmek daha mantıklı. O halde kısaca Vampire Diaries ve True Blood hakkındaki analizlere geçelim.
Bu dizilere göre; vampirler çoğu zaman ucube olarak bilinen yaratıklardır: soluk benizli, sivri dişli, oradan oraya atlayıp sinsice hareket eden ve tabutlarda uyumayan… Geniş açı ile değerlendirirsek vampirlerin; insan kanı içmekten büyük tatmin duymaları ve bu canavarca arzuyu dindirmek için seri cinayete başvurmaları, yaradılışlarının insanlara oranla daha acımasızca geliştiğinin en önemli göstergesi. Fakat şunu unutmayın ki vampirler sanıldıkları kadar güçlü değiller.
Vampirler sanıldıkları kadar güçlü değiller
Nasıl ki, insanların zaafları varsa onların da var. Nedir bu zaaf diye soranlara cevabı yapıştıralım hemen. Tabiki aşk! Vampirler âşık oldukları zaman dünyaları değiştiği için kendilerini frenlemeyi başarırlar, uzaklaşıp gitmezler ve daha da enteresanı insanlara karşı kapattıkları vanalarını-duygularını- tekrardan açıp ölüme bile meydan okurlar. Tabi tüm bunlar vampirlerin iyi tarafları. Onların en kötü tarafları ise kana susamaları. Zaten Vampire Diaries ve True Blood dizilerinin de aktardığı hikâyeler bunlardan çok farklı değil. “Beni bir kez ısırsana” niyetiyle haykıran vampir düşkünü genç kızlar başlarına geleceklerden bihaberken kötülük yapmaya meyilli olan vampirlerimiz ise iş başındadırlar. Aslına bakarsanız sıradışı olan her zaman yankı uyandırır. Buna karşın, vampirlerin tüm olumsuz özelliklerini sildiğimizde geriye özlerinden ayrılan parçaları kalıyor: sonsuz yaşam. Alın size sıradışılık işte!
Özenti gençlik
Hepimiz hayatımız son bulmasın isteriz. Tıpkı fırtına öncesi sessizlikte yol alan gemi misali… Vampire Diaries ve True Blood’da öykülenen sahneler gençlerin ilgisini çekerken; normal yaşamlarında deneyimleyemeyecekleri “mistik olguyu” beyinlerinden hiç çıkmayacak bir şekilde çivi yazısıyla kazıyor. Bu vesileyle genç kızlar Elena ve Sookie karakterlerine özeniyorlar. Erkekler ise vampir Stephen ve Bill edasıyla davranarak vampir olmaya kalkışıyorlar. Ee haliyle bu kaleme aldığım düşünceler sadece ve sadece sanal olarak meydana geliyor. Acaba gerçekten böyle olsaydı dünyanın sonumu gelirdi? Görünen o ki; sona doğru yaklaşıyoruz. Eğer sona doğru yaklaşıyor olmasaydık bu tarz yazılar yazmayıp farklı konular hakkında tartışırdık. Çünkü televizyonun dezavantaj haline dönüşen tarafı görsel teknolojiyi ayaklandırıyor. O görselliğe kanmamak için kör olmamız lazım.
Vampirli dizilerin giderek artması
Gelelim ayrıntılara… Dizi olarak ekranlara taşınan vampirler ve onların türevleri aslında çok satan romanlardan uyarlanarak izleyicilerin beğenesine sunuluyor. Vampirler hayatımızın en önemli parçası haline büründüler bile!
Tek düşünsel ana figüre bağlanan vampir dizilerini yakın markaja aldığımızda önceden belirtmediğimiz birşey vardı. O da dizileri izlerken, oradaki vampirlerin karanlıkla özdeşleşmesi ve diğer taraftan kara bulutların gecenin ıssızlığında bizlere hiç unutamayacağımız bir korku tüneli macerası yaşatması.
Ama bizim asıl merakımız vampir içerikli dizilerin neden bu kadar iş yaptığı. Bunun sebebi yozlaşan toplum yapısının gençler üzerindeki yaptırımı iken, medyanın ise bu düşünceyi yermeyip ona destek vermesi, aktarılanların kesinlikle durdurulamayacağını her fırsatta kanıtlıyor. Etki-tepki yaratan diziler reklam pastasından aldıkları payla çarklarını döndürüp alabora olmadan varlıklarını sürdürüyorlar. Sanalla birbirine giren gerçekler izleyicilerin gözlerini kamaştırmakla kalmıyor adeta gözlerini pinpon topu gibi pörtletiyor. Gündelik yaşamın sıkıntıları ile cebelleşerek bilinçaltlarında yeni bir düzen kuran insanlar sıradışı güçlere ancak o yolla sahip olacakları inancındalar…
Kıssadan hisse; günümüzde bertaraf edilemeyen vampir sorunları yeni bir moda haline gelen “vampir akımını” gitgide hızlandırmış durumda. Salgın gibi yayılan bu akım yalnızca gençleri değil her telden insanı çekmeye başladı. Bu akımı raydan çıkmış bir tren gibi tanımlayabiliriz. Bunca olumsuzluğa rağmen ben vampir dizilerini izliyor muyum? Korkarım ki evet. Bizi sırtımızdan bıçaklayan televizyon amacına fazlasıyla ulaşıyor.