Çocuklarla Felsefe!

  • 7 yıl önce
  • 12Dakika
  • 3189Sözcük
  • 124Görüntülenme

Eğitim anlayışlarının, yönetimlerinin ya da daha yaygın kullanımla sistemlerinin karşı karşıya olduğu sorunlardan biri de insanlara üst düzey düşünme becerileri geliştirmeyi yeterince sağlayamamaları olsa gerek. Mevcut eğitim sistemlerinin çözemediği bu sorun daha çok, insanın gelişiminde kendinden beklendiği ölçüde katkıda bulunamamasıyla ilgilidir. Önemli olan insanların yalnızca düşüncelerini söylemeleri değil, ne düşündüğünü, düşüncesinin temellerini gösterebilmesidir yani gerekçeli düşünebilme becerisidir. İnsanın düşüncesine dayanak sunma ve alternatif düşünme becerileri geliştirme sürecinin önkoşulu, sorgulayıcı ve eleştirel olmaktır. Bunun da en önemli ve başta gelen yollarından birinin felsefe olduğu söylenebilir. Günümüzde felsefe yalnızca yetişkinlere yönelik değil, ayını zamanda çocuklara yönelik çeşitli yöntem ve içerikler üreten pratik bir alandır da. Çocukları felsefe ile tanıştırmak ve çocuklarla felsefe yapmak çocukların üst düzey düşünme becerilerini geliştirmeleri açısından son derece kıymetlidir ve birkaç on yıldır bütün dünyada oldukça önemsenmektedir. Çocuklarla felsefe yapmak bu kadar önemliyken bir eğitimci olarak konuyla ilgili zihnimi meşgul eden soru ve sorunları, bu alanda eğitimler veren, çocuklar ve yetişkinlerle felsefe atölyeleri, sokratik konuşmalar yapan, çocukların dünyasına felsefeyi dahil etmeyi, kısacası çocuklarla felsefe yapmayı hedefleyen Sınıf Arkadaşım Sokrates (SAS) proje grubu kurucularından, bu konuda çeşitli projeler yürüten, eğitimci eğitimleri yapan ve şu anda çalışmalarını ağırlıklı olarak eğitimci ve felsefi danışman statüsünde Opus Noesis’te sürdüren felsefeci V. Metin Bayrak’la konuştuk.

Çocuklar için felsefenin tarihi gelişimini bize özetler misiniz? Çocuklarla felsefe nedir? Yeni bir yaklaşım mıdır?

Çocuklar İçin Felsefe (Philosophy for Children – P4C) ya da benim tercih ettiğim ifadeyle Çocuklarla Felsefe (Philosophy with Children – PwC),  yeni bir şey değil. 1970’lerde Lipman adında bir akademisyen metodolojik olarak bu teoriyi geliştiriyor. Ardından 90’larda Sharp, bu teorik çerçeveyi okullarda kullanılabilecek hale getiriyor yani metodolojiye uygun içerikler üretiyor. Başta İngilizce konuşulan ülkeler olmak üzere çocuklar için felsefe yayılıyor. Fakat P4C yani Philosophy for Children diye kavramsallaşan çocuklar için felsefe, temelini Sokratik yöntemden alır. Bu tabii ki yeni değil. Sokrates, Platon’un diyalogları kanalıyla felsefe tarihinde her zaman okunur/du ve tartışılır/dı. Yani hep vardı ve hep biliniyordu fakat bunu başka bir perspektiften çocuklara yönelik pedagojik bir perspektifle felsefeyi çocuklara uyarlama anlamında Sokratik Yöntemi kullanıp modellemesi tabii ki yeni.  Mazisi ve kökleri yeni olmasa dahi bu yaklaşımı bu şekilde ele almanın göreli olarak yeni olduğu söylenebilir.

Felsefe ve oyun ilişkisini nasıl kurabiliriz? Oyunla felsefeyi bağdaştırabilir miyiz?

Bir şey modalaşma sürecinde derinliğini zamanla yitirir. Kaçınılmaz bir biçimde sığlaşır ve boyutları kırpılır. Bu, zorunlu bir süreçtir. Oyunun, eğlencenin eğitimle ve akabinde felsefe ile ilişkilendirilmesinde böyle bir tehlike olduğu kanaatindeyim; çünkü moda! Hocam İoanna Kuçuradi, hep şunu söyler:Öğrenmek, eğlenmek değildir; bir uğraştır, bu da çaba gerektirir. Yani eğlenmek başka bir şey öğrenmek başka bir şey. Burada bir dip not olarak şunu da söylemek gerek: Eleştirel pedagoji literatüründe, oyunun eğitime dahil edilmesi yahut eğitimin oyunlaştırılması çok ciddi şekilde kritik edilir; çünkü çocukların belki de kontrolsüz ve koşulsuz tek özgürlük alanı olan oyun, eğitim gibi oldukça geleneksel ve iktidara içkin bir kurum olan eğitim tarafından gasp edilmiş olur. Bu yaklaşım yani eğitimin oyunlaştırılması yahut tersi hiç de masum değil/dir. Tabii eğitimin içinde eğlenceli yanlar olabilir, insan eğlenirken ya da oynarken çeşitli şeyler öğrenebilir. İnsan, uykuda dahi öğrenir. Beyinle ilgili çalışmalar bize bunu gösteriyor. Anne karnındayken dahi insan öğreniyor. Fakat bu şerhimi koyarak başlayayım. ‘Eğitim eğlenceli olmalı aslında!’ konusu moda. Öğrenerek eğlenmek, eğlenerek öğrenmek gibi birtakım ifadeler, deyimler ve yaklaşımlar var. Oyunun pedagojikleştirilmesi manasızdır. Çocuk zaten en çok doğal halindeki oyundan öğrenir; oyunla sosyalleşir, fiziksel ve zihinsel olarak gelişir, en önemlisi de ruhsal doyum yaşar. Peki felsefeyi oyunlaştırabilir miyiz? Oyunlaştırdığımızda elde ettiğimiz şey felsefe midir? Benim kuşkularım var. Fakat tabii aynı cümle içinde kullanmak bir ilişki kurmak demektir. Nietzsche’nin üst insan için kullandığı alegori çocuktur. Yaratıcı insanı tarif ederken kullandığı bir imgedir çocuk. Tabii ki ‘çocuk’ saflığı, katışıksızlığı, masumiyeti ifade eder. ‘Kral çıplak!’, ‘Çocuktan al haberi.’ gibi hakikati söylemeyi -yani Greklerin o eşsiz kavramıyla “parrhesia”yı- hiç kimse göze alamazken bir çocuk çıkıyor ve söylüyor Andersen’in o eşsiz masalında; hakikati yani kralın çıplak olduğunu. Önce bizim, eksik ya da yanlış bilgilerimizden arınmamız gerekiyor. Arınmak da ‘Bak bu söylediğin yanlış!’’ demek değildir. Bunların yerine çocuğa öyle sorular soralım ki o düşünsün ve zihnindeki eksik ya da yanlış yanı kendisi keşfetsin. Sonra da o eksik ve yanlış bilgiyi yıkıp yerine yenisini inşa edebilsin. İkisinin toplamı da zihinsel bir arınma, o zehirden kurtulmadır; özellikle zehir dedim çünkü kavramlar tehlikelidir; çünkü üzerine bir hayat inşa ederiz ve Adorno’nun Minima Moralia’da çok yerinde dile getirdiği gibi Sahte hayat, doğru yaşanmaz. Zemin etüdünü temele alarak yapının statiğini hesaplamazsanız, en küçük sarsıntıda dahi kaçınılmazcasına yıkılacaktır çünkü olgu hesaba katılmamış, ezbere hareket edilerek yapılmıştır, bilgiyle değil.

Çocuklarla felsefe metodolojisinden sonra çocuklarda duyuşsal, bilişsel ve sosyal değişimler neler olabiliyor?

Bununla ilgili literatürden örnekler paylaşabilirim. Çok yeni bir makale yayımlandı. İngiltere’de dezavantajlı okullardan birinde PC4/PwC metodolojisi (çocuklar için felsefe / çocuklarla felsefe) kullanılıyor. Çocuklarda daha sonra pozitif bir değişim gözleniyor. Bu değişimin temel dinamiği tabii ki uygulanan yöntem. Eğitim alanındaki akademisyenler buraya odaklanıyorlar. Hakikaten de dezavantajlı dediğimiz bölgelerdeki lojistik sorunlar yani sınıfın kalabalıklığı, sınıftaki teknik donanımların yetersizliği gibi sorunlar. Bu lojistik sorunları aşmanın temel yolu eğitimcinin niteliği ve eğitimcinin kullandığı yöntem; ki bunlar kök sorunlardır, eğitim, bu kök sorunları çözmekle nitelikli hale getirilebilir. Çocuklar için felsefe yöntemi, eğitime özgür ortam sağlıyor. Özgür ortam sağlandığı vakit çocuklar özgürce sorular sorabiliyorlar ve kendilerini ifade edebiliyorlar. Neuroscience yani beyin alanındaki son bulgular bize, düşünmek dediğimiz eylemin kimi snaptik bağlar kurmak olduğunu gösteriyor. Herhangi bir kaygı, korku ve stres anında bu nöronlardan saçaklanan snaptik bağlantılar çekiliyorlar. Stres ve korku anında adımızı dahi hatırlayamamamızın nedeni budur. Oysa kendilerini ifade edecekleri, yargılanmayacakları ve yadırganmayacakları özgür bir ortam tesis ettiğimiz vakit düşünebiliyorlar ve düşündüklerini ifade ediyorlar. Yeni bağlantılar kurabiliyorlar, yeni saçaklanmalar oluşuyor beyinlerinde ve bu da onların düşünmelerine, eleştirel tutum takınmalarına, yaratıcı düşünebilmelerine imkân sağlıyor. Bütün eğitimin aslında ana gayesi, insana, karşılaştığı problemleri çözme becerisi geliştirmek. Kişi, problemleri kendi zihinsel becerileriyle çözecekse bunun için ihtiyaç duyduğu temel koşul özgürlüktür. Kişi ancak sorgulama becerisine sahipse kritik edebilir. Özgür olmayan bir zihin de kritik edemez, kritik edemeyen bir zihin yaratıcı olamaz ve mevcudu tekrar eder. Düşünme yöntemi, türevi ürünüyle eylemlerde bulunur ve zorunlu olarak statükoyu besler, statükoya hizmet eder; yeni ekonomide yani bilgi çağında, yazılımda, inovasyonda yeri yoktur bu anlayışa sahip kişilerin. Bakın önümüzdeki 10 yıl içinde dünyada 300 milyon kişi işini kaybedecek; mesela artık şoförlük gibi bir meslek olmayacak. Yaratıcı düşünmek, gittikçe karmaşıklaşan mevcut dünyayı anlamanın yolu özgür zihinlerden geçiyor, statükoyu tekrar eden, itaatkâr kişiliklerden değil. Her şey bir tarafa özgür insanın yaşam kalitesi de yüksektir çünkü benlik algısı yüksek; kendi yaşamının öznesidir.

Çocuklarla felsefe atölyelerinde neler yapıyorsunuz? Bu atölyelerde çocukların etkinliklere katılıyorlar mı? İstekliler mi? Kendilerini ifade edebiliyorlar mı?

İnsan ruhunun hep aynı yaşta olduğuna inanırım. İki yaşındaki çocuğun bir ruhu var ve incinir. Sevilmekten hoşlanır, kendine kötü bakılmasından huzursuzluk duyar ve korkar, güvende hissetmez kendini. Doksan yaşındaki kişinin de duygusal tepkileri benzerdir. Çocuklarla felsefe yaparken çocuklar kendini ifade ettikçe, umursandıkça, hor görülmedikçe bütün bunların neticesinde kedilerini güvende hissettiklerini gözlemliyorum. Yirmi yılı aşan deneyimimin neticesinde ulaştığım sonuç şu: çerçevesi belli, yapılandırılmış eğitim ortamlarına kişilerin yani öğrencilerin iradeleri yansımaz; bu tür eğitim ortamlarında retorikteki verimi elde etmenin olanaksız olduğu kanaatindeyim. Eğitim alanında de jure yani söylenenlerle de facto yani yapılan arasındaki makas çok açıktır özellikle de Türkiye’de; özetleAdı var kendi yok! denebilir. Atölyelerde çocuklar büyük keyif alıyorlar. Alıştıkları kuralların dışında sınıf, ders, sınav yok! Dolayısıyla çocuklar ilkin bunu kavrayamıyor. Çocuklara onların öğrenme yoldaşı olduğumu, birlikte bir yolculuk yapacağımızı ve birlikte öğreneceğimizi söylüyorum. Çocuklara bağırmak, çocukla aranızda duygusal engel geliştirir ve çocuk siner. Kesinlikle bu yapılmamalıdır. Çocuklar çok çabuk kırılırlar.  Ayrıca bir eğitim ortamı özgür değilse oradan verim elde edemeyiz. Çocuklarla felsefenin bizi yönlendirdiği nokta bu! Anahtar kavramlarla şöyle özetlenebilir: kişi, kişilik, irade, özgür ortam, tahakküm yaratacak hiyerarşiyi engellemek, herkesin eşit ve özgür olduğu bir eğitim ortamı, dolaysız ilişki, yatay örgütlenme.

Bazen çocukların sorduğu sorular karşısında ne yanıt vereceğimizi bilmediğimiz anlar oluyor. Çocuklar soru sormaya başladıkları anda ne yapılmalı? Eğitimciler ve aileler bu durumu nasıl yönetebilirler?

Her şeyi bilenin Yaradan olduğuna inanılır; mutlak ve mükemmel olan yalnızca Yaradandır; oysa insan, Beşerdir şaşar. Hiç kimse her şeyi bilemez. Ebeveyn ve eğitimciler, ki her ebeveyn bir eğitimcidir. Çocuklarıyla içten bir şekilde ilişki kurabilirler. Tabii ki insanların sorunları olabilir, yaşam çok güçtür. Ebeveynin çocuğa, çocuğun ebeveyne ruhsal ve sosyal anlamda ihtiyacı vardır. Fakat her şeye rağmen bir ebeveyn çocuğun sorularına içten bir şekilde cevap verebilmelidir. Bilmediği veya bilgisinin sınırlı olduğunu ya da o kadarını bildiğini gülümseyerek ve sevgisini göstererek ifade edebilir; içtenlik asla yadırganmaz, bilakis saygı duyulur ve güven beslenir içten davranan kişiye. Akabinde sorduğu soruyla ilgili ona bir karşı-soru yöneltebilir. Çocuk soru sorduysa Peki sen buna nasıl cevap verirsin? diye soru sorabilir veya ‘Sen yetişkin olsaydın bu soruya nasıl cevap verirdin?’ diye soru yöneltilebilir. Hemen soru cevaplanmaya kalkışılmamalıdır. Bizler soruları hemen cevaplama sorumluluğu hissediyoruz. Dolayısıyla çocuğun sorusunu içten bir biçimde dinleyip artık ne hissediyorsak ne biliyorsak onu kısaca ifade edip mümkünse çocuğun düşünmesini sağlayabiliriz. Sormak zihnin duvarlarını yıkmak, sorulan soruya cevap vermek ise itaate içkindir. Cevaplar, sınırları belli bir kalıbın içindedir. Mümkün olduğunca çocukların soru üretmelerini sağlamak gereklidir ki bu ister ebeveyn ister eğitimci olalım temel sorumluluklarımızdandır.

Çocuklarla felsefe penceresinden öğretmenlere, anne ve babalara önerileriniz nelerdir?

Çocukların sorumluluk almaları sağlanabilir. Yönerge verirken Al şunu şu rafa koy! yerine ‘Bunu nereye koyabilirsin, nereye koyarsan başına bir şey gelmez ve herhangi birine zarar vermez? Bunun için uygun yer neresidir?’ diye sorular sorabiliriz. İlk soru itaate sevk eder; daha çok nasıl yapacağına kişinin kendisinin karar vereceği yönergeler verebiliriz. Herhangi bir şey yaparken çocuğu düşünmeye sevk edebiliriz. Alınacak kararlara çocuğun da katılması sağlanabilir. Çocuklarla kurduğumuz ilişkilerimizde, iletişimizde sorumluluğumuz, onları itaate sevk edecek tutumlar yerine sorumluluk almalarını sağlamaya yönelik olup olmadığı konusunda özenli olabiliriz. Mesela onaylatıcı, yargılayıcı ‘Öyle değil mi?’ ‘Yaptığın yanlış!gibi ifadeler yerine ‘Yaptığını nasıl değerlendiriyorsun?’ gibi sorular yöneltilebilir. Öğretmenler olarak da genellikle onaylatıcı veya yargılayıcı ifadeler kullanırız. Mesela sorarız: ‘Türkiye’nin başkenti neresi?’ “Böyle değil mi?” “Anladık değil mi?” Bunlar düşünme ve öğrenmeye yönelik sorular değildir. Sorular daha çok kavram üzerine düşünme ve çıkarımda bulunmalarını sağlayacak şekilde olursa amacına ulaşabilir. Mümkünse sınıfta merkezi parçalamak gerekir. Öğretmen ya da sınıfta gözde bir iki çocuğun iktidarı ya da okuldaki popüler çocuk merkezli tutumlar, iktidar doğurur. Dolayısıyla bu iktidar odaklarını dağıtmak ve yatay bir ortam oluşturmak, öğrenme yoldaşlığımızın önkoşullarından biridir. İnsanların her ne olursa olsun bir hiyerarşi içinde yer almalarını engellemek gerekir çünkü herkes kendi özellikleri konusunda değerlidir. Hiyerarşi kurarken sınıfta neye göre kurulur? Seksek oynamaktan, iyi kalem çevirmeye, uzun saçlı olmaya, matematiğe, dile, spora, espriye, müziğe varıncaya kadar sonsuz hiyerarşi kriteri baz alınabilir. Dolayısıyla hiyerarşi varsa hiyerarşinin nedenleri üzerinde düşünmelerini sağlayabilir, bunu yıkmak için çaba harcayabiliriz. Eğer çocuk matematikten yüksek puan alamıyorsa ya da ailesi ‘okumuş’ değilse çocuk kendisini eksik hissedebilir ve bu durum, duygusal engeller yaratabilir. Herhangi bir şeyi merkeze koyduğumuzda bu durum eğitim ortamını paylaşan çocukların ruhunda yaralar açabilir ve bunların çoğunu göremeyiz, işte trajik olan da budur. Buna eğitimin her alanında mücadele eden Müjdelen Tüzün, çok yerinde bulduğum ifadesiyle görünmez kayıplar adını veriyor. Hakikaten ciddi kayıplardır bunlar ama ölçemeyiz; çünkü odağımızda itaate sevk eden, hiyerarşi yaratan akademik kimi beceriler vardır. Ama herhangi bir şeyi merkeze koyduğumuzda kayıplar yaşanacağını öngörebiliriz. Eğitimci olarak da işimiz ve sorumluluğumuzun temelinin bu olduğuna inanıyorum.

Çocuklar için felsefeye yönelik yapılan çalışmalar nelerdir? Bu konuda önerebileceğiniz kaynaklar var mı?

Sokrates diyor ki “İnsanlar bilerek kötülük yapmaz, bilmedikleri için kötüdürler.” İnsanlar bilmedikleri için kötülük yaparlar. ‘Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşelidir.’ denir. Fakat eksik ya da yanlış bir bilgi ile hareket edebiliriz. Samimi olabilir, iyi niyetli olabiliriz ama bazen hareket ettiğimiz bilgi yanlıştır. Kullandığımız bilginin içinde geçen kavramların doğruluğunun ayırdına varmak gereklidir. Sokrates’in zihinsel katarsis dediği şey tam da budur. İngilizce konuşulan ülkelerde çok fazla kurum var. Kamu politikaları, sivil toplum kuruluşları ve üniversiteler bu mevzuya angaje. UNESCO’nun bu konuyla ilgili birtakım çalışmaları var. Dünyada bu alan yeni ve çok fazla İngilizce kaynak var. Türkiye’de son beş yılda bu modaya dönüştü. Çok fazla çeviri var ve telif eserler çıkıyor. Bunlar kesinlikle sevindirici, umutlandırıcı. İnsanlar, kitapçıya gidip kitapları karıştırıp inceleyip ilgisini çeken bir kitabı alabilir. Benim çok beğendiğim bir şeyi bir başkası beğenmeyebilir ya da başkasının beğendiği kitabı ben beğenmeyebilirim. Temel kriterin “uygunluk” olduğu kanaatindeyim. “Bu iyi midir, kötü müdür?” sorusu, yerinde bir soru olmadığı gibi buna verilen bütün cevaplar da yanlıştır; yerinde sorunun, “Bana uygun mudur?” olduğuna bir felsefeci yani kavram işçisi olarak inanmaktan öte doğru soru -yani amaçlarımızı destekler nitelikte- olduğu için biliyorum.  İnsanlar kendilerine uygun kitapları inceleyip seçmeleri gerekiyor. Bunun için kitapçıya gidip biraz vakit geçirmeleri, birkaç sayfasına bakmaları yeterlidir. Zaten öğrenmenin kendisi öğrenme sürecinde gerçekleşir. Aslında öğrenmek ve araştırmak, bu sürecin toplamıdır. Biz doğrudan kitap verirsek amacımıza aykırı bir tutum ve davranış sergilemiş oluruz. Çocuğun kendi yolunu kendi bulması gerektiğine inanıyorum; değilse yürüdüğü yolun sorumluluğunu hissetmez. Hâkim-Cellat diyalektiğinde olduğu gibi. Çocuk o süreçte öğrenir. Örneğin yağmur yağar, toprağa düşer ve eğime bağlı olarak düşen damlalar bir araya gelerek akarlar. Her damla, kararımızdır, kararlarımız toplanarak bir su yolu açarlar ki o da hayatımızdır. Akmaması mümkün değildir; her birimizin debisi, yönü eşyanın tabiatı gereği farklı olacaktır. Sulama kanallarıyla nehirlere bakmak özgür ve yapılandırılmış eğitim ortamlarının ve bu ortamlarda, kurumlarda yetiş(tiril)enlerin neye benzediğini somut biçimde gösterebilir, tabii ki görmek isteyenlerimize. Her hayat, kendine bir yol açar; bir şekilde hepimiz, bütün canlılar, kendi yolumuzu açar ve yürürüz. Diyojen’e ithafen şöyle söylenebilir: Eğitimci de ebeveyn de şüphesiz bir iktidar sahibidir; elindeki gücü itaat ettirmek için de özgürleştirmek için de kullanabilir; gölge etmesi, itaat yaratır, kalıba döker,  güneşse özgürlük; o halde biz de çocuklar konusunda güç ya da iktidar sahiplerine şöyle seslenelim: Gölge etme, başka güzellik istemez! Öğrenme yoldaşlıklarımızın yolu açık olsun, ne mutlu yolculukta yoldaşlık edebilenlere…

Abone Olun
Yeni yazılardan haberdar olun ve bizimle kalın