Hayatın sonu ve ölüm
Ölüm her zaman bize çok yakındır. Her an kapımızı çalabilir. Kapımızı çaldığı an bir de bakmışız ki; başka bir dünyanın bilinmeyen köşelerinde uyanmışız. İşte o an yeni bir yaşama merhaba demeyi öğrenmeliyiz. Merhaba yeni yaşam…!
“İnsan bedeni ölümünden dört dakika sonra ayrışmaya başlar. Bir zamanlar yaşamı barındırırken, şimdi de son başkalaşımlarını geçirmektedir. Kendi kendini parçalama sürecinde hücreler içten dışa doğru çözülür. Doku önce sıvıya, sonra gaza dönüşür. Önce bakteriler sonra böcekler gelir. Ve sinekler… Yumurtalarını bırakırlar, ardından yumurtalar larvadan çıkar. Ölü bedeni düzenli bir şekilde terk ederlerken, daima güneye yönelen larvalar kortej halinde bir birbirlerini izlerler. Ama asla kuzeye gitmezler. “
Ölüm ve Güney Sefası
Bu paragrafı okurken elimi şakağıma koyarak düşünmeye başladım. Hangi yazardan böylesine derin anlamlar çıkar diye…? Çıkmış işte. Hatta kendimi bu zorlu maratondan kurtarmak için çabalarken, yukarıdaki paragrafın şifresini çözmek yerine kitabı elimden bırakmak istedim. Ama sonra kendi kendime dedim ki, bu kadar çabuk pes edemezsin! Çünkü ölüm üzerine kitap yazmak büyük bir cesaret ister. Bu ilginç sözlerle The Chemistry of Death nam-ı diğer Ölümün Kimyası ile başarılı bir projeye imza atan ve adını daha önceden belki de hiç duymadığımız Simon Backett bu romanıyla televizyonlarda moda haline gelen CSI dizisine atıfta bulunuyor. Bununla kalsa iyi, Patricia Cornwell’in romanları gibi okuyucuları şaşırtan detayları ayrıştırarak hikâyenin özüne inmek herkesin harcı değildir. Özellikle de kortej halinde güneye giden larvaların birbirlerini izlemeli gibi… Tabi burada işin içinden çıkılmaz bir düşünce var. Artık bilimsel bir gerçeklik mi yoksa sadece yazılmış olmak için yazılmış şiirsel bir metin mi bilemiyorum… Bunun için hiçbir dayanak gösteremiyorum. Belki de çoğu okuyucu yazımı okurken bu yazar ne diyor diye iç geçirmişlerdir. Varsın geçirsinler çünkü Ölümün Kimyası’nın araştırma yapmayı tembellik haline getirenlere bu alışkanlığı yeniden kazandırmak için yeterli olduğu kanısındayım. Bu kadar laf karabalıklığından sonra gelelim larvaların güneye gitme meselesine… Peki, neden larvalar sadece güneye giderler?
Ölümden sonra yaşam
Bu sorunun yanıtına şu şekilde cevap vermek gerekir: Larvaların güneye gitmek istemeleri insani özelliklere benzer. İnsanlar da daima güneye gitmek isterler. Kim bilir belki de güney insanların huzura kavuştukları yerdir. Ama bana kalırsa reenkarnasyonun başladığı anlardan birisidir. Hepimizin bildiği üzere öldükten sonra yeniden doğarız. Acaba yeniden doğar mıyız…? Sorusunu burada tartışmak pek doğru olmaz. Çünkü burada asıl önemli olan, öldüğümüzde ruhumuzun bir başka bedene transfer olmasıdır. Romanı merak edip okuyacak olanlar buradan yola çıkabilirler. Simon Beckett’in romanında üstü kapalı olarak anlatılan hikâyede geçen olaylar okuyucuların kafalarını yormaları için tercih edilirken, romanın gidişatı itibariyle olay örgüsünde meydana gelen diğer yan öykücükler sürprizlerden bir demet olarak biz okuyuculara hediye ediliyor. Bu da öykülemenin başarılı olduğunun bir göstergesi zaten… Tahmin edilemeyecek olayların birkaç kere tekerrür etmesi okuma iştahımızı kabartmakla kalmıyor, adeta kanımıza işliyor. Okuyucu ve yazar arasında bu kadar güçlü bir bağ kuran Ölümün Kimyası her dakika, her saniye içimizdeki heyecanı bir fare misali kemiriyor. Yalnız romanın tek dezavantajı biraz ağır ilerliyor olması. Mantıklı olarak düşündüğümüzde romanın hedef kitlesinin gençlerden ziyade yetişkinler üzerine olduğu çok aşikâr. Bu nedenle, kitabı okumak için en baştan tecrübe edilmesi gerek. Tüm bu detayları aktardıktan sonra kitabın ortaya çıkış amacını yazmadan geçmek olmaz.
Ölüm ve ceset çiftliği
Kitabın yazılma fikri 2002’de Daily Telegraph dergisi için kaleme alınan makaleden çıkmış. Makalenin konusu ABD polis memurlarıyla cinayet mahalli dedektifleri için yoğun ve son derece gerçekçi adli tıp eğitimini sağlayan Ulusal Adli Tıp Akademisi’ydi. Kursun bir kısmı günlük dilde Ceset Çiftliği diye geçen benzersiz bir açık hava tesisinde verilmektedir. Bu tesis cinayet soruşturmalarında hayati araçlar olan çürüme süreciyle ölüm zamanının belirlenmesinin araştırılması için gerçek insan kadavrası kullanan dünyada türünün tek örneğidir. Kitabın başkahramanı David Hunter’ın var olma sebebi de bir önceki cümlelerde bahsi geçen Ceset Çiftliği’ne bağlıdır. Sonuç olarak; Ölümün Kimyası değişik türde polisiye romanlarına aşina olanlar için zevkle okunacak, okundukça deneyim kazandıracak verimli bir roman. Umarım bu roman beyazperdeye taşınmaz!